Günlerden cumaydı. O gün sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı. Çorum’un ünlü saat kulesinin hemen yakınında bulunan tarihi Ulu Cami’de öğle namazı kılınıyordu. Kent sessizliğe bürünmüştü. Hani derler ye “fırtına öncesi sessizlik” diye, işte öyle bir sessizlik vardı. Namaz kılanlardan birisi, hep dışarıdan gelecek sesi bekliyordu. Hoca dualarını okurken, o başka şeyler düşünüyor, “Namaz bitecek, nerede kaldı bunlar?” diye içinden söyleniyordu. Çok geçmedi. Ulu Cami’nin önüne bir otomobil yaklaştı. İçinden inen bir kişi “Ey cemaat Alaeddin Camii’ni yaktılar, siz hâlâ burada namaz kılıyorsunuz!” diye bağırdı. Namaz bozuldu, ortalık karıştı. Bazı kişilerin camiye hazırlıklı geldikleri o an bellerinden, ceplerinden çıkardıkları hançer, satır ve kamalardan anlaşılıyordu.

ALLAH’INI SEVEN YÜRÜSÜN

Gazeteci o gün bir şeyler olacağını sezmişti. Sabah konuştuğu bazı emniyet mensupları, “Sokağa çıkma yasağı bugün kaldırılmakla kötü yapıldı. Cuma günü en kritik gün. Provokasyona en uygun gün. Eğer cuma namazını atlatırsak ortalık sakinleşir” demişti. Askerler kent içinde bando eşliğinde yürümüştü.

Bir insan kalabalığı, Merih Oteli’nin önünden adeta koşar adım gidiyordu. “Allah Allah” diye bağırılıyor, o anda nereden çıktığı anlaşılamayan demir çubuklar, sopalar, keserler, bıçaklar ve satırlar dağıtılıyordu. Kalabalık dalga dalga büyüyor, Alaeddin Camii’ne doğru gidilmesi için çağrı yapılıyordu. Gazeteci ne olduğunu anlamak için topluluğun arasına karıştı. Bir demir çubuk da onun eline tutuşturmuşlardı.

Bir köşede askerler mevzilenmişti. Kalabalığı durdurmak için havaya ateş açıyorlardı. İstihbarat şubesinde görevli sivil giyimli Komiser Nail, ellerini havaya açmış, “Durun arkadaşlar, yapmayın arkadaşlar” diye bağırıyor, kalabalığı yürüyüşten vazgeçirmek için çabalıyordu. O sırada atılan bir taş Nail’in tam yüzüne geldi. Komiser elini yüzüne götürdü, sonra kan içinde kalan eline baktı. Ancak, acısını unutmuş, bağırmaya devam ediyor, “Gitmeyin arkadaşlar, durun arkadaşlar, oyuna gelmeyin vatandaşlar” diyordu.

TABANCAYI DAYADI

Gazeteci, Alaattin Camii’ne doğru koşuyordu. Satırlı, sopalı, bıçaklı, silahlı adamlar bir o yana, bir bu yana koşuyorlardı. Yıllardır kapı komşusu olanlar şimdi birbirlerinin üzerlerine saldırıyordu. Gazeteci camiye yaklaşmıştı. Nefes nefeseydi. Evlerin arasından camiyi göremiyordu. Evinin bahçesinde duran yaşlı bir adama, “Amca cami nerede?” diye sordu. O “Aha şuradan git” derken, elinde kürek sapı olan bir genç gazeteciye doğru koştu: “Dur, kimsin sen?” dedi ve ilerideki gruba “Koşun, komünisti yakaladım” diyordu.

Geldiler. Birisinin elinde tabanca vardı. Tabancayı gazetecinin alnına dayadı. Gazeteci zaten ter içindeydi. Alnına tabanca dayandığında korkudan dili kurumuş, o anda aklından “Bari bir yudum su içirip de öldürseler” diye geçirmişti. Birisi gazetecinin cebinden cüzdanını çıkardı, basın kartına baktı. Sonra, bir fotoğrafına, bir gazeteciye bakarken birden bağırdı: “Ulan bir de Yozgatlısın. Ecevit’in gazetesinde, komünist gazetesinde ne işin var?”

ÜÇ AYLIK OĞLUM İÇİN

Hastanenin içine girdiler. Onu ıssız bir köşeye götürdüler. Gazeteci öldürüleceğini düşünüyordu. Birden aklına eşi ve oğlu geldi. Yalvaran gözlerle karşısında duran biri eli sopalı, diğeri tabancalı gence adeta yalvararak baktı ve dudaklarından şu sözler döküldü: “Üç aylık oğlum var. Kıymayın babasına. Daha bir yıllık evliyim”... Eli silahlı genç de başını salladı, “Elimden gelen
bir şey yok”
dercesine.

39 yıl önce yaşanan acı olayla ilgili yukarıdaki alıntılar Doğan Kitap’tan çıkan
5-6-2 Tamam Reis- Kırcı” kitabımdan. O gazeteci-
nin başına sonra neler geldiğini de bugün saat 19.00 Çorum Devlet Tiyatrosu Salonu’nda düzenlenecek panelde eski Milletvekili Adnan Türkoğlu ve avukat Sadık Eral’la birlikte anlatacağım.