Atatürk, 13 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’da kadar 6 ay, işgal İstanbul’unda kaldı. Anadolu’daki milli direnişin ön hazırlığını İstanbul’da yaptı.

14 Kasım 1918 tarihli Yeni Gün Gazetesi “İtilaf donanması limanımızda” manşetiyle çıktı. Manşetin altında bu işgale gayrimüslimlerin sevindiği, “Çanakkale’de verilen şehitlerin hatırasıyla titreyen öteki kısmın” ise üzüldüğü yazıyor. Sol altta ise Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geldiği belirtiliyor.


Atatürk’ün Adana’dan bindiği tren 13 Kasım 1918 Çarşamba günü saat 12.45’te İstanbul Haydarpaşa’ya vardı. Atatürk, Haydarpaşa’da trenden inerken 61 parçalık İtilaf donanması İstanbul’u işgal ediyordu. Kaderin garip cilvesine bakın ki, işgalciler ve o işgalcileri kovacak olan adam, Atatürk aynı gün, aynı saatlerde İstanbul’a geldi.

Düşman donanmasının boğaza giriş töreni nedeniyle boğaz trafiği durdurulmuştu. Tören sırasında bir Osmanlı heyeti amiral gemisine giderek işgalcilere “Osmanlı Hükümeti adına hoş geldiniz!” dedi.

Atatürk, yaveri Cevat Abbas (Gürer) ve kendisini karşılamaya gelen arkadaşı Rasim Ferit (Talay) ile birlikte Haydarpaşa Garı’nın köşesindeki çayhanede, kafasında bin bir türlü düşüncelerle 2-3 saat boyunca düşman donanmasının boğaza yerleşmesini seyretmek zorunda kaldı. O donanmayı üç yıl kadar önce Çanakkale’de durduran Anafartalar Kahramanı, şimdi o donanmanın serbestçe İstanbul’u işgaline tanık oluyordu. Birden arkadaşlarına döndü: “Hata ettim! İstanbul’a gelmemeliydim. Bir an önce Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” dedi.

ÇELİK ORMANININ İÇİNDEN GEÇERKEN

Atatürk, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü öğleden sonra saat 3’e doğru eski küçük Kartal İstimbotu’yla boğazdan karşıya geçti. İngiliz, Fransız bayraklarının dalgalandığı bir çelik ormanını andıran işgal donanmasının arasından geçerken Kartal’ın güvertesinden ufka doğru bakıp “Geldikleri gibi giderler” dedi. Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Gürer, o anı sonradan şöyle anlatacaktı: “Atatürk ile ben askeri ulaşımın bir köhne motoru ile deniz ortasına yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler’ cümlesini işittiğim zaman, Mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda aceleci davrandım: ‘Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam’ dedim. Gülümsedi. Aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını yeniden düşünüyor gibi daldı. Sonra ‘Bakalım!’ dedi.

Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “Bir gün geldi, bütün gemiler geldikleri gibi gittiler. Hem de onun gönderdiği askerleri selamlayarak...”

HER KAPIYI ZORLAMAK

Atatürk, milli direnişin ön hazırlığını İstanbul’da yaptı. Altı ay içinde önce Pera Palas Oteli’nde sonra arkadaşı Fansaların evinde, sonra da Şişli’de kendi evinde asker-sivil birçok kişiyle görüştü.

Atatürk vatanı kurtarmak için her kapıyı zorladı. Kendi ifadesiyle “eski İttihatçılardan, işgal kuvvetleriyle beraber çalışanlara kadar birçok kimselerle” görüştü.

Atatürk, İstanbul’da kaldığı 6 ay içinde dört farklı kesimden insanla görüştü. Bunlar;

1- Kendisine yakın gördüğü, düşüncelerini ve planlarını açıkladığı kişiler: Bunların başlıcaları Fethi Okyar, Tevfik Rüştü Aras, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Dr. Rasim Ferit Talay’dı.

2- Hükümete yakın kimseler. Bunların başlıcaları Padişah Vahdettin, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Dâhiliye Nazırı Mehmed Ali Bey, Bahriye Nazırı Avni Paşa, Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak Paşa’ydı.

3- Eski İttihatçılar. Bunların başlıcaları Kara Vasıf Bey, İsmail Canbolat ve Ali Rıza Bey’di.

4- İşgal kuvvetlerine yakın kimseler. Bunların başlıcaları da bazı İngiliz gazetecileri, İngiliz ajanlarından Rahip Frew ve İtalyan İşgal Kuvvetleri Komutanı Kont Sforza’ydı.

Atatürk, 6 ay içinde İstanbul’da asker-sivil, yerli-yabancı, yurtsever, mandacı, işgalci, işbirlikçi, hatta –sonradan- vatan haini pek kişiyle görüşerek hem yurtseverlerin hem makam mevki sahibi kişilerin hem de düşmanın ve işbirlikçilerinin durumunu anlamak istemişti.

İstanbul Boğazı’ndaki işgal donanması.

Atatürk darbeye karşı çıktı


Atatürk, işgal İstanbul’unda kurtuluş için bir yol ararken bazı eski İttihatçılarla da görüştü. Fethi Okyar’ın anılarına göre İstanbul’daki eski İttihatçılar Aralık 1918’de İsmail Canbolat’ın evinde üç gece üst üste gizli toplantılar yaptı. O günlerde Atatürk’ün Şişli’deki evine gelenlerden biri de İttihatçıların Karakol Cemiyeti lideri Kara Kemal’di. Atatürk, 1926’da Falih Rıfkı Atay’a anlattığı anılarında, işgal İstanbul’unda Fethi Okyar ve dört ortak arkadaşıyla birlikte “ihtilalci bir komite” kurmaya ve “hükümeti değiştirmeye” karar verdiklerini, ancak daha sonra bu düşünceden vaz geçtiklerini belirtiyor. Bazı kaynaklara göre o günlerde Atatürk ve birkaç eski İttihatçı, Ay-Yıldız Cemiyeti adlı bir örgüt kuruyor. Yine o günlerde Yenibahçeli Şükrü, Fethi Okyar, Sabri Toprak ve Kara Kemal gibi İttihatçılar Atatürk’e bir “hükümet darbesi” yapmayı öneriyorlar. Atatürk, bütün bu darbe tekliflerini reddediyor. Cevat Abbas Gürer, Atatürk’ün bu kişilere, “hükümet darbesinin bir sonuç vermeyeceğini, esaslı olarak milli yapıyı harekete geçirmek için yalnız İstanbul’da değil bütün vatanda onu örgütlemek gerektiğini uygun bir dille anlattığını” belirtiyor.

Atatürk darbeyi reddetti, çünkü o bir meşruiyet adamıydı; her şeyin meşru, yasal, hukuki olmasını istiyordu. O, meclise, milli iradeye önem veriyordu. Milli Mücadele’yi cuntayla değil meclisle yürütecekti.

Atatürk’ün İstanbul’daki siyasi çalışmaları


Atatürk, İstanbul’a gelir gelmez önce siyasilerle; milletvekilleriyle, bakanlarla görüştü.

14 Kasım 1918’de, eski Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yla görüştü. Yeni Sadrazam Tevfik Paşa’nın hükümeti kurmaması gerektiğini söyledi. Yeniden kurulacak Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde kendisi de Harbiye Nazırı olmak istiyordu. Böylece, Mondros’la dağıtılmaya başlayan orduyu derleyip toparlayıp işgallere karşı direnebileceğini düşünüyordu. Onun, işgal altında bir ülkede dağıtılan bir ordunun başına geçmek istemesi, makam mevki hırsıyla değil, derin yurtseverlikle açıklanabilir.

Atatürk, sivillerini giyinip Meclisi Mebusan’a gitti. Milletvekilleriyle görüşüp Tevfik Paşa Hükümeti’ne güvenoyu vermemelerini istedi. Milletvekillerinden söz aldı. Locadan meclis görüşmelerini izlemeye başladı. Ancak Tevfik Paşa güvenoyu aldı. Atatürk,  kendisine söz veren milletvekillerinin bu davranışını “Ne yalan söyleyeyim, şaştım...” diyerek yorumlayacaktı.

Atatürk, 6 ay boyunca işgal İstanbul’unda “ince bir siyaset” izledi. İngilizleri ürkütmeden direnişin alt yapısını hazırlamak için çok stratejik hareket etti. Padişah Vahdettin’in ve Sadrazam Damat Ferit’in tutuklanacaklar listesini İngilizlere verdiği o günlerde çok dikkatli olmalıydı. İngiliz yanlısı olduğu bilinen Padişah Vahdettin’le birkaç kez görüşerek padişaha yakın olduğu izlenimi vermeye çalıştı. Bu sırada padişahın da ağzını aradı? Neler düşündüğünü öğrenmeye çalıştı.

14 Kasım 1918’de Pera Palas’ta İngiliz Daily Mail Gazetesi yazarı Ward Price ile görüştü. 20 Kasım 1918’de İngiliz Generali Sir Birdwood’la görüştü. İngiliz casusu Rahip Frew’le bile görüştü. Atatürk, bu görüşmelerde İngilizlerin Türkiye politikasını anlamak istiyordu. Onların ağzını arıyor, İngilizleri ürkütmeyecek şeyler söylüyordu.

Atatürk, arkadaşları Fethi Okyar ve Rasim Ferit Talay’la birlikte işgal İstanbul’unda Minber Gazetesi’ni çıkardı. Bu gazete ile “Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa” kamuoyuna tanıtıldı. İngilizleri kuşkulandırmadan özgürlük ve bağımsızlık vurgusu yapıldı. ABD mandasına karşı çıkıldı. Güçlü bir hükümet kurulması istendi. Meclisin kapatılmasına karşı çıkıldı.

Ancak İngiliz istihbaratı harekete geçti. 28 Şubat 1919’da İngiliz Gizli Servisi’nden Yüzbaşı Hoyland, İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderdiği bir raporla Atatürk’ün tutuklanıp İstanbul dışına sürülmesini önerdi. Bu rapor 12 Nisan 1919’da Londra’ya gönderildi.

Sonuçta Atatürk’ün işgal İstanbul’undaki akılcı ve stratejik hareket tarzı işe yaradı. Görülen o ki, İngilizler geç uyandı. İngiliz istihbaratının raporlarını değerlendiren İngiliz yetkililer, Atatürk’ün nasıl bir tehdit oluşturduğunu anladıklarında iş işten geçmiş, Atatürk Anadolu’ya çıkmıştı.

Anadolu’ya geçiş kararının matematiği


İstanbul işgal edildiğinde Beyoğlu işgalcilerin bayraklarıyla doluydu. Bu caddeye daha sonra İstiklal Caddesi adı verilmesi boşuna değildi.


Atatürk, 6 ay işgal İstanbul’unda kalmasının nedenini 1926’da Falih Rıfkı Atay’a şöyle anlatıyor: “Ağır ve kesin karar uygulanmaya başlandıktan sonra, ‘keşke şu tarafını da bu tarafını da düşünseydim, belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan dökmeye bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı’ gibi tereddütlere yer kalmamalıdır.” “Bundan başka, beraber çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapılmak ihtimali kalmadığına inanmalı idiler. İşte benim Mütareke sırasında dört-beş (altı) ay İstanbul’da kalışım sırf bunun içindir.” diyor. Sonra şöyle devam ediyor: “Bu sürenin bir kısmını hazırlıklara ayırdım. Düşünce hazırlığı seferberlikle, davul zurna çalınarak asker toplamak gibi olmaz. Alçakgönüllülükle çalışmak, kendini silmek, karşısındakilere içten bir kanı vermek şarttır.

İşte bu nedenle Atatürk, 6 ay İstanbul’da kaldı. Her yolu denedi. Her kapıyı çaldı. Sonunda İstanbul’dan vatan kurtarmanın mümkün olmadığını görerek Anadolu’ya geçmeye karar verdi.

Kim ne derse desin! Atatürk bir Kurtuluş Savaşı Ustasıydı. 22 Nisan 1921’de Hâkimiyeti Milliye’ye verdiği röportajda o 6 aydapadişahından en son neferine kadar” İstanbul’daki insanların, zümrelerin, partilerin, cemiyetlerin “esaret zincirlerine vurulmuş olduklarının farkına varmadan” şaşkınlık ve tevekkül içinde kaldıklarını, çözüm arayanların ise “İstanbul surlarının” dışına çıkamadıklarını söylüyor. Atatürk işte o ortamda “esaret zincirlerini” kırıp “İstanbul surlarının” dışına çıkmaya, Anadolu’ya geçmeye karar veriyor. Kurtuluş Savaşı bu önemli kararla başladı. Atatürk’ün “İstanbul surlarının dışına çıkmak” diye formüle ettiği şey, sadece İstanbul’un dışına çıkmak değildi; mevcut düzenin, mevcut siyasi yapının, mevcut düşünce kalıplarının da dışına çıkmaktı. Atatürk, Anadolu’ya geçerken yeni bir düzen, yeni bir siyasi yapı ve yeni bir düşünceyle hareket etti. “Tam Bağımsızlık”,Müdafaa-i Hukuk” ve “Milli İrade”  kavramları, bu yeni yaklaşımın temel taşlarıydı. İstanbul’dan Anadolu’ya geçen Atatürk bu yeni yaklaşımla sadece 4 yılda, adeta ateşin içinden bağımsız bir vatan ve laik bir Cumhuriyet çıkarmayı başardı.

Atatürk İstanbul’da temaslarına devam ettikçe, kendi deyişiyle, “saf vatanseverleri” ve “adi politikacıları” gördü. Sonrasını Atatürk’ten dinleyelim: “Kendi kendime şu kararı verdim: Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içlerine gitmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk Milleti’ne felaketi haber vermek.

Atatürk bu kararını önce güvendiği silah arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy’a, İsmet İnönü’ye ve Rauf Orbay’a açıkladı. Yenibahçeli Şükrü Bey’le de görüştü. Sonunda Gebze-Kocaeli üzerinden Anadolu’ya gizli geçiş planı hazırlandı. Ancak daha sonra Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya gönderilmesi gündeme gelince bu plandan vaz geçildi.

(Gelecek hafta: İstanbul’dan Samsun’a)