Sonda yazacağımı ilk başta yazayım:
Türkiye kazandı.
Demokrasi kazandı.
Cumhuriyet kazandı.
Demek oluyormuş: Adaylar bir araya gelip ekranda canlı yayında tartışabiliyormuş.
Unutmuşuz! Unutturmuşlar!
Tatlı tatlı atışmayı ne çok özlemişiz.
Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ı izlerken öyle mutlu oldum ki:
Kimse kimseye “terörist” demedi.
Kimse kimseye “hain” demedi.
Kimse kimseyi “beka” demedi.
Hakaretler havada uçuşmadı.
Kimse kimseyi aşağılamadı.
Kimse kimseyi korkutmadı.
Aksine, gülümsediler.
Aksine, espri yaptılar.
Aksine, centilmence davrandılar.
Birbirlerine hediye verdiler, daha ne olsun.
Aileler yan yana gelip, aynı çerçeve içinde yer alıp fotoğraf çektirdi, daha ne olsun.
O fotoğraf Türkiye fotoğrafıdır.
O fotoğrafta hepimiz varız.
O fotoğraf kutuplaşmanın-kamplaşmanın son bulacağı umudunun fotoğrafıdır.
O fotoğraf tartışma sonrası tarafların el sıkışabileceğinin fotoğrafıdır.
Tartışıp sonra fotoğraf çekileceğini eşe dosta gösterdik.
O fotoğraf hepimizin gurur fotoğrafıdır.
Birliğimizin-dirliğimizin-kardeşliğimizin fotoğrafıdır.
Biz kazandık.
Ülkemiz kazandı.
Ekrem İmamoğlu’na...
Binali Yıldırım’a...
Ne kadar teşekkür etsek azdır:
Siyasetin “dövüş meydanı” olmadığını gösterdiler. Tartışmanın ayrı, kavga etmenin ayrı olduğunu herkese bir kez daha öğrettiler...

★★★

Diyorlar ki:
Tartışma çok sıkıcıydı; tatsız tuzsuzdu.
Beklentiyi karşılamadı.
Heyecanı yoktu.
Sürekli söylediklerini yine tekrarladılar.
Kimse şapkadan tavşan çıkaramadı.
Masa düzeni berbattı; bu tür programlarda taraflar birbirinin gözüne bakacak şekilde oturtulur!
Tüm bunlar normal... 17 yıldır böylesine bir tartışma görmedik ekranlarda. Seyirci gibi tarafların da “acemi” olması doğal değil mi?
Zamanla pratik yapa yapa münazara yapmasını da öğreneceğiz. Siyasetçilerin bu konuda acemi olması hiç şaşırtıcı değil. Zamanı kendi lehlerine kullanamamaları vs. bunlar acemilikten kaynaklandı. Olacak o kadar...
Zamanla demokrasimiz geliştikçe, politikacılar barış içinde tartışma yaptıkça öğrenecek bunları...

★★★

Bir söz de İsmail Küçükkaya’ya:
Baskılara boyun eğmedi.
Sakin kaldı, programı kazasız bitirdi.
Ama daha önemlisi var:
Gazeteciliğin bu toprakta yok edilemeyeceğini gösterdi. Ne mi yaptı: Kafasındaki kendi sorularını özgürce, “başıma ne gelir” korkusu hissetmeden sordu.
Soru iyiydi kötüydü; her gazetecinin yoğurt yiyişi farklıdır. Burada önemli olan mesleğimize “soru sorabilmenin” yeniden gelmesidir.
Sorusuz gazetecilik olmaz.
Gazetecilik kazanmıştır bu sebeple...
Evet:
Adına yandaşlar mı dersiniz...
Adına candaşlar mı dersiniz...
Her kanal için geçerli, her gazete için geçerli şu:
Gazeteci soru sorar algı-piar operasyonu yapmaz!
İsmail Küçükkaya, katledilmek istenen mesleğimizi hatırlattı herkese.
Bir teşekkür de ona...
Sonuçta...
Yazdığım gibi:
Türkiye kazandı.
Hepimiz kazandık.
Ve aslında bu tartışma gösterdi ki:
31 Mart İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimini iptal ettirmenin ne gereği vardı?
Ülkeye zaman kaybı yaşatıldı.
Ve sanıyorum bunun hesabı sandıkta sorulacak.
İmamoğlu kazanacak.