Tarih: 30 Aralık 2018.
Akşam saatleri...
Deniz Çakır, iki arkadaşıyla doğum günü kutlamak için Zorlu AVM’de bir kafe-bara gitti. Yiyecek ve aperatif içki söylediler, sohbete başladılar...
Yan masalarına 20’li yaşlarda iki başörtülü genç kız geldi.
O akşam Zorlu’da Edis Görgülü konseri vardı. Gece konserden çıkan yine 20’li yaşlarda beş genç kız kafe-bara gelerek iki arkadaşının yanına oturdu.
Başörtülü iki genç kız o zamana kadar sessizdi! Ne vakit yanlarına arkadaş grubu geldi, yan masaya laf atmaya başladı:
- “Bizim fotoğrafımızı çekiyorsunuz!”
Çekiyorsunuz-çekmiyorsunuz tartışması başladı.
Sonra kafe-barda içkiden rahatsızlık duyduklarını ima edip, masa değiştirdiler!
Deniz Çakır masadaki arkadaşlarına, “Burası Atatürk Türkiye’si, içtiğime-çektiğime ne karışılıyor burası Arabistan mı” dedi.
Yani... Meselenin başörtüsüyle hiç ilgisi yok.
Bara gelip içki içilmesinden rahatsız olanların tavrını anlamak zor! İçki içilmeyen kafeler de var Zorlu’da! Neyse...
Başörtülü genç kızlar, üç gün sonra Sabah Gazetesi’ne gitti:
“Deniz Çakır başörtümüzden dolayı bize ‘Suudi Arabistan’a gidin’ dedi!”
Yetmedi. Olaydan beş gün sonra muhabirleri-kameramanları alıp savcılığa suç duyurusunda bulundular!
Bakınız:
Derdim, “kim haklı-kim haksız” tartışması yapmak değil.
Derdim, “kim mağdur- kim mağrur” meselesi yapmak değil.
Derdim, bu tartışmanın Cumhurbaşkanı’nın konuşma metnine kadar girmesi!
Türkiye’de her sıradan kadın münakaşası, medya tarafından “başı açık”- “başı kapalı” kavgası haline dönüştürülüyor!
İnsanların yaşam biçimiyle uğraşan dün “gardropçu” CHP’liler vardı.
Ama bugün de insanların yaşam biçimine laf atan şımarık AKP’liler var.

Bu ne alınganlık


Evet, Erdoğan’ın konuşma metnini kim yazıyor?
İkinci örnek...
Tarih: 5 Ocak 2019.
Gazeteci Alev Gürsoy Cimin’in, Rutkay Aziz ile yaptığı röportaj Posta Gazetesi’nde çıktı.
30 sorudan biri şuydu:
- “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fazıl Say’ın konserine gidecek. Fazıl Bey’in daveti bir adım değil mi sizce?”
Rutkay Aziz’in yanıtı kısacıktı:
- “Tabii canım bir adımdır. Atılsın yeter ki, gitsin Cumhurbaşkanı bir Mozart bir Beethoven dinlesin. Belki iyi gelir.”
Erdoğan ne dedi:
- “Cumhurbaşkanı’nı Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır!”
Haydaa!
“Gerginliği giderecek adımlar atılsın” diyen sanatçıya Erdoğan’ın tepkisini anlamak zor!
Sahiden, Erdoğan’ın konuşma metnini kim hazırlıyor?
Keman çalmayı bilen Sümeyye Erdoğan Bayraktar, “baba size Mozart çalayım, iyi gelir” dese, bu “faşistlik” mi olur? Yapmayın Allah’ınızı severseniz...
Bu ne alınganlık...
Bu ne gerginlik...
Keza: Batı medyası “bize malzeme çıktı” diye bayram ediyordur şimdi; “Erdoğan, Mozart-Beethoven dinlemeyi faşistlik olarak görüyor!”
Bu konular hassastır...
Humeyni iktidara geldiğinde ilk eylemlerinden biri klasik müziği yasaklamak oldu.
Batı medyası, İran’ın en büyük Klasik Batı Müzik üstadlarından; besteci, maestro Ali Aleander Rahbari’yi yıllarca yazdı. Yurtdışında “İran Uluslararası Filarmoni Orkestrası” kurdu.
Batı medyası, -Fazıl Say’ın İsmail Dede Efendi “Gülnihal”, Aşık Veysel “Kara Toprak” bestesi gibi-, ülkesinin ulusal müziğini Klasik Batı Müziği formatına sokarak çağdaşlaştıran sanatçıların başında gelen İranlı besteci-piyanist Ferhad Fahreddini’yi yıllarca yazdı. Azerbaycan konserinden ülkesine dönerken pasaport kontrolü yapan İranlı görevli, Fahreddini’ye sordu:
- “Musiki helal midir?”
Güvenlik görevlileri piyanoyu İran’a sokmadı!

Hem de şu günlerde


Erdoğan’ın metnini yazanları merak ediyorum!
Nasıl etmem?
Mozart-Beethoven dinlemeyi önermek faşistlik olabilir mi? Yahu arkadaş yaptıkları müzik bizim bir parçamız:
İşte Mozart...
- 1775’de, Türk konçertosu olarak bilinen 5. Keman Konçertosu’nu yazdı.
- 1778’de, Türk Marşı olarak bilinen Piyano Sonatı’nı yazdı.
- 1780’de, konusu Osmanlı Sarayı’nda geçen Zaide Operası’nı yazdı.
- 1782’de, Selim Paşa’nın yazlık sarayında geçen Saraydan Kız Kaçırma Operası’nı yazdı.
İşte Beethoven...
- 1811’de, Atina Harabeleri’ni mehterden (ve Mevlevilerden) etkilenerek yazdı. (Bunun içinde “Türk Marşı” bölümü var.)
- 1824’de, -bugün Avrupa Birliği’nin resmi marşı olan- Dokuzuncu Senfoni’nin finalindeki armoni ve ritmi mehterden etkilenerek yazdı. Besteci, Dokuzuncu Senfoni’yi, “Türk işi müzikli Almanca senfoni” diye tanımladı...
Mehtersiz Mozart-Beethoven tarihi yazılabilir mi?
Padişah dinledi Mozart-Beethoven’ı...
Halife dinledi Mozart-Beethoven’ı ...
Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar dinledi Mozart- Beethoven’ı...
Kimsenin de aklına “faşistlik” gelmedi!
Şaşkınım...
Yılmaz Özdil ekranda espri yapmış insanları gülümsetmiş. O kadar danışmanınız var; siz de esprili yanıt verin, insanlar gülüp geçsin!
Her konudan gerginlik çıkarmaya ne gerek var?
Üstelik ABD ile çatıştığımız bugünlerde...