Toplumlarda hiçbir sorun yok ki, temeli eğitimden bağımsız olsun. Anaokulundan yükseköğretime, eğitim alan da, eğitim veren de, eğitime yön veren de sistemden şikayetçi. Öğrenci, kalite düşüklüğü ve gelecek kaygısından, akademisyeni öğretmeni, özel sektör ve devlet çalışanları arasındaki üvey evlat muamelesinden yoruldu. Sorunun temelini yerel siyasi söylemlerde ararsak, çözüm beklentisi kötü bir hayalin ötesine geçmeyecek. İnsanın sorumluluğunu serçe ürkekliğine benzeten Nazım Hikmet, ‘Dünyanın en tuhaf mahluğu’ şiirinde der ki; ‘Kabahat senin demeğe dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin canım kardeşim!..

ENTELEKTÜEL BİRİKİM

Biz niye kabahatli olduk şimdi? diye sormadan önce, eğitimin küresel sermayeye teslim yolculuğunda akademinin katkısıyla yüzleşmeliyiz. II. Dünya Savaşı’ndan Sovyetler galip çıkmış. Avrupa’da yeni ulus merkezli devletler kuruluyor. Savaşlardan sonra ulusçu yapılanma küresel sermayeyi  kesiyor. Soğuk Savaş yıllarında sosyalizmin etkin gücü özel sektöre engel olurken, dünya entelektüel birikimini de koruyordu. Bireyin eşit eğitim talebi, küresel güç sermayenin karşısında yaşam duvarıydı.

PETROLÜN ETKİSİ

Ulus devletlerin, eğitimlerini koruyan duvarda ilk çatlak 1973’teki OPEC petrol kriziyle çıkacaktı. Petrol fiyatlarının artışıyla eğitimin ne ilgisi var? diyebilirsiniz. Üniversite hocaları, F. Von Hayek ve Milton Friedman, küresel sermayenin güçlü mali desteğiyle neoliberalizmi normalleştiriyordu. Neoliberalizm, sermayenin önündeki duvarları Chıcago Okulu’nun desteğiyle yıkacaktı. Akademik zekaya, işçi tulumu işte o gün giydirildi. Eğitim de artık bir kazanç kapısıydı. 1980’lerde neoliberalizm rüzgarı dünyayı yutarken, ülke dışında kalamadı.

200 YILLIK ÇATLAK

Küresel sermaye, II. Abdülhamit döneminde ilk yabancı kolejlerle kapıyı açmıştı. Bir asır sonra 1984’te bu kez 28 devlet üniversitesi olan ülkede, ilk vakıf üniversitesi açıldı. Şimdi, 73’ü vakıf 202 üniversite ve 24 bin 763’ü vakıflarda 166 bin 225 akademisyen var. Küresel sermayenin kapımızı ilk çalışından iki asır sonra 2040’larda dünya, bilginin gücüyle yeni bir savaşa hazırlanıyor. Akademik entellektüellik ise özel ve devlet arasına sıkıştı.

Akademisyenler, ağır ders yükü, düşük maaşlar, mobing, araştırma bütçesizliği, doktorların sorunları, sözde kaldırılan doçentlik sözlü sınavı, yetkisiz rektörler, hatta yeşil pasaport bile alamadıkları eşitsizlikleri  tartışıyor. Akademik ilerlemeyi bırakalım, ulusal güvenlik sorununa dönüşecek devamlılık arz eden gerilemeyi YÖK Başkanı Yekta Saraç gördü. Vakıfların, akademisyen maaşlarını, ARGE bütçelerini takibe aldı.

NEOLİBERAL ESARET

Akademi değil tek sıkıntılı. Hepsi aynı olmasa da 12.8 bin özel okul ve buralardaki 169 bin öğretmen de sistemin çarklarında savruluyor. Akademisyenlerle sorunları neredeyse bire bir örtüşüyor. Ankara’da bile bazı kolejler eğitime hazırlık ödeneğini önce yatırıyor. Sonra öğretmeni kolej  servislerine doldurup bankalara götürüyor. Çekilen para elinden alınıyor. Mahkemelere düşen bu utanç davalarını, neyse ki öğretmenler kazanıyor. Eğitimi 2040’a hazırlarken, eğitimcilerin mutluluğunu önemsemeyenler geleceğe dair çok ciddi endişe içinde olmakta haklılar...