Bakkal dükkanında Aziz Nesin kitapları satılır mı? Hem de soğuk savaş rüzgarlarının tüm şiddetiyle estiği 60’lı yıllarda!..
Biz sattık!.. Daha doğrusu satmayı denedik. Babam, 33 yıl çalıştığı Emniyet Teşkilatı’ndan emekliye ayrıldığında hep hayalini kurduğu bakkallığa başlamıştı.
Kocamustafapaşa’daki avuç içi kadar mekanda çeşitli ürünlerle birlikte kitapların da satılabileceğini düşünmüş ve baş köşeye Aziz Nesin’in eserlerini yerleştirmişti.
Veresiyecilerin borç takmaları nedeniyle kısa sürede iflas ederek kapatmak zorunda kaldığımız dükkanın biz çocuklarına tek yararı, sinek avladığımız saatlerde bol bol Aziz Nesin kitapları okumamız olmuştu!..

★★★

Hiç unutmuyorum, bir akşam üstü yine kitap okurken; fötr şapkalı, siyah gözlüklü, pardesüsünün yakaları kalkık, filmlerdeki hafiyelere benzeyen bir adam geldi. Adımı, soyadımı, dükkanın sahibini  sordu. Öğrenci olduğumu, boş zamanlarımda babama ait dükkana baktığımı söyledim. Siyasi poliste görevliymiş. Yoldan geçerken vitrindeki Aziz Nesin kitapları dikkatini çekmiş ve beni uyarma ihtiyacını duymuş! “Sana iki gün izin veriyorum delikanlı, bu komünistin kitaplarını derhal kaldıracaksın. Yoksa soluğu Sansaryan Han’da alırsın” dedi!..

★★★

Sansaryan Han, Sirkeci’de, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu yerdi. Özellikle en üst kattaki siyasi kısımda komünizm şüphelilerine yapılan işkencelerle ünlüydü.
Adam giderken “Gel sana bir şey göstereceğim” diyerek kapının dışına çağırdı. Aşağılarda, caddenin bitimindeki bahçeli bir evi işaret ediyordu. “Geçen gün oradan azılı bir kızıl casus aldım! Özel antenlerle Moskova’daki ‘Bizim Radyo’yu dinliyor, bağlı olduğu Rus ajanlarla telsizle haberleşiyordu” dedi!..

★★★

O gittikten sonra babam geldi. Adamın söylediklerini öğrenince “Sen biraz daha dur, ben yarım saate kalmaz gelirim” deyip tekrar çıktı. Döndüğünde kucağında bir koli daha Aziz Nesin kitabı vardı! Onları vitrine özenle yerleştirirken “Bir gün bu ülkeye komünizm gelirse, nedeni bu faşist kafalar olacak. Şimdi gelsin, beni alsın, ona nasıl siyasi polislik yapılırmış göstereyim” diyordu.

★★★

Dükkanı kapattıktan sonra, doğruca yüksek duvarlarla çevrili, bahçesi ağaçlarla dolu eve gittim. Yeşilliklerin arasından upuzun bir radyo anteni yükseliyordu. Kapıyı çaldım, açan olmadı. Demek ki geride kalanlar, operasyonun ardından korkup, evi terk etmişlerdi. Çevredeki komşulardan öğrendim ki evin sahibi, televizyonun henüz olmadığı o yıllarda kısa dalgadan çeşitli radyo istasyonlarını dinliyormuş! Mahallelinin sevdiği saydığı varlıklı bir kişiymiş. Komünistlikle de ajanlıkla da en ufak bir ilgisi yokmuş. Yani radyo tutkusu nedeniyle Sansaryan’ı boylamış!..

★★★

O günden sonra bendeki Aziz Nesin sevgisi katlanarak arttı. Tüm kitaplarını soluk soluğa okuduğum büyük mizah ustasıyla yıllar sonra tanıştığımda, ona yaşadığımız bu olayı anlattım. Acı acı güldük.
Aziz ağabeye cimri derler, hatta kendisi de bu özelliğini kabul ederdi. Ama TRT’nin tek kanallı siyah beyaz yayın yapan televizyonunda çalışırken, bir önerim üzerine bana çok güzel bir yarışma programı hazırlamış ve karşılığında da tek kuruş almamıştı! Ödemede bulunmak için ısrar ettiğimde ise; “Orası halkın malı, sen de geleceği olan bir yayıncısın. Hem senin başarına katkıda bulunuyor, hem de halka hizmet etmiş oluyorum” demişti.

★★★

Cimriliğini öne çıkaranlar kimseye çay bile ısmarlamadığını söylerler. Oysa çocukluğumda yaz tatillerimi geçirdiğim Silivri’nin Akören Köyü’ndeki akrabalarımı her ziyarete gittiğimde, özellikle Çatalca’dan geçer, yoksul çocukların eğitimi için kurduğu Aziz Nesin Vakfı’na uğrardım. Sadece saygılarımı iletmek için geldiğimi ve yola devam edeceğimi söylememe rağmen ısrarla oturtur, kendi elleriyle demlediği nefis çaylardan ikram ederdi!..

★★★

Ne mutlu bana ki büyük ustayı tanıyıp dostluğunu kazanmanın eşsiz ayrıcalığını yaşamışım.
Ölümünün 24’üncü yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyorum.