Yarım asırdır anlatıyorum.
Tarım ilaçlarındaki zehirlerin sebze ve meyvelerle soframıza kadar geldiğini gösteren örnekler veriyorum.
Gıdalarla birlikte kanser yediğimizi en çarpıcı anlatımlarla dile getiriyorum, ama ne yazık ki sonuç alamadığımızı, hatta bir arpa boyu yol gidemediğimizi görerek dehşete kapılıyorum...

★★★

Onu 70’li yıllarda tanıdım.
Hayatını zirai mücadele ilaçları satarak kazanıyordu.
Ama “Ben ilacımı satar, paramı cebime atar, keyfime bakarım” diyen vicdansızlardan değildi.
Daha kısa sürede ve daha çok ürün alabilmek için bilinçsizce ilaca yüklenen üreticilerle olduğu kadar, zararları nedeniyle Batı’da çoktan terk edilmiş zehirli kimyasalları yurdumuza getirenlerle de mücadele ediyordu.

★★★

Günün birinde cesur (!) bir üreticiyle tanıştırdı.
Adam gömleğinin kollarını sıvayıp ilaçlı suyla dolu kovaya sokmuş ve ilacı sopa yerine, koluyla karıştırıyordu.
Yaptığının korkunç bir çılgınlık olduğunu fark etmiyor, birkaç gün sonra o kolun cılk yara olacağını hiç umursamıyordu!

★★★

Kendi sağlığına bu kadar boşveren bilinçsiz biri, toplumun sağlığını nasıl önemseyebilirdi ki?..

★★★

Bir başka olayda da mutlaka maske takarak püskürtmesi gereken ilacı, fırtınalı bir günde, maskesiz ve rüzgara karşı kullanmaya kalkan çiftçi oracıkta bayılıvermişti!
Doktorlar hemen yoğun bakıma kaldırılan hastayı hayata döndürebilmek için günlerce uğraşmışlardı!..

★★★

Biliyorsunuz bazı ürün çeşitlerinde hasatın yaklaştığı dönemde tarım ilacı kullanımına izin verilmez. Özellikle seralardaki sebze üretiminde bu yasağa uymak hayati önem taşır. Aksi takdirde tüketici, ürünle birlikte sağlık düşmanı kimyasalı da mideye indirmiş olur.
Belki siz de hatırlarsınız:
Kural tanımayan, yasak takmayan yiğit (!) bir seracı, akşam ilaçladığı salatalığı ertesi sabah, üstelik yıkamadan yiyince oracıkta düşüvermişti!..

★★★

Dostumun ilk işaret fişeğini ateşlediği bu büyük mücadele sonucunda ilaçların satışı kontrol altına alınıp tıpkı beşeri uygulamada olduğu gibi, yetkili ziraat mühendislerinin reçetelerine bağlandı. Denetimler sıkılaştırılıp üreticilerin bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalar yapıldı.
Peki bunlar yeterli oldu mu?
Maalesef gereken düzeyde olmadı.
Eğer yeterli olsaydı, bazı meyve ve sebze çeşitlerimiz, ihraç ettiğimiz ülkelerden hâlâ geri dönmezdi.

★★★

Yazdıklarımı doğrulayan son haber Ukrayna’dan geldi.
Rusya’nın geri gönderdiği domateslerden sonra Ukrayna Devlet Gıda Güvenliği ve Tüketiciyi Koruma Servisi, Türkiye’den ithal edilen 38 ton domatesi “sağlığa zararlı maddeler” içerdikleri gerekçesiyle yurdumuza iade etmiş. Geçen ay da 15 ton domatesi kabul etmeyen yetkililer, hijyen koşulları konusunda ülkemizi uyarmışlar.

★★★

Demek ki ilaçtan kaçarken, bu kez de biyolojik mücadeleyi yetersiz yapmışlar, ihracat sırasında laboratuvarda incelemeyi de ihmal etmişler!
Peki insan sağlığı için çok zararlı olduğu bilinen Güney Afrika güvesini taşıdıkları için gönderilen domatesler ne olacaklar?
Eğer iddialar doğruysa daha öncekilerde olduğu gibi biraz fiyat kırımıyla iç piyasaya sürülüp halkımıza afiyetle yedirilecekler!..
Tüm dünyada stokları sıfırlanan, zerresi bile bırakılmayan DDT’nin semt pazarlarında el altından hâlâ “mucizevi ilaç” olarak satılabildiği ülkemizde, Afrika Güvesi denilen minicik hayvancığın her tarafı zararlı olsa bile, bize bir şey mi yapabilir Allah aşkına?..
Çünkü zihniyet bu!.. 50 yıl önce neyse, bugün de o!..