Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan Türkiye’nin dış politikası konusunda çarpıcı tespitler:


Sevgili okurlarım,

Bugün size Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile Türk dış politikasının dünü, bugünü ve yarını üzerine yaptığımız, ilgiyle okuyacağınızı düşündüğüm iki günlük söyleşiyi sunuyorum.



UĞUR DÜNDAR: Sayın Başbuğ, bir ülkenin dış politikasının tespit edilmesinde ve uygulanmasında dikkate alınması gereken en temel nokta nedir?

İLKER BAŞBUĞ: İngiliz dışişleri bakanlarından Palmerston’un çok iyi bilinen bir deyişi var:

“Ne dostluklar ne de düşmanlıklar sonsuza kadar sürer. Sonsuza kadar sürecek olan milli menfaatlerdir.”

Görüldüğü gibi dış politikaların tespit edilmesinde ve uygulanmasında dikkate alınan temel nokta ülkelerin milli menfaatleridir.

Palmerston’un ifade ettiği gibi; milli menfaatler uzun vadelidir. Milli menfaatlerin sık sık değişikliğe tabi tutulması doğru değildir. Milli menfaatlerde devamlılık esastır.

DÜNDAR: Milli menfaatlerin uzun vadeli olması için neler yapmak gerekir?

BAŞBUĞ: Milli menfaatlerin tespiti devlete ait bir sorumluluktur. Devlet denilince aklımıza yasama, yürütme ve yargı erklerinin yanında, Anayasa’da yer alan kurumlar gelmelidir.

Devletin kurumları, devlette devamlılığı sağlar. Devletin kurumları aynı zamanda devletin hafızasıdır. Devlette devamlılığın sağlanması ve olası hatalardan kaçınılması için kurumların önemi ve vazgeçilmezliği korunmalıdır. Kurumların yerini danışmanlar almamalıdır.

Anayasa’nın 117. maddesine göre; milli güvenliğin sağlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı Cumhurbaşkanı sorumludur.

DÜNDAR: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin genel anlamdaki milli menfaatlerini nasıl tanımlayabiliriz?

BAŞBUĞ: Anayasa’nın 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevleri maddesi başlığı altında sorduğunuz sorunun cevabı bulunmaktadır.

Bu maddeye göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel görevleri şöyle sıralanmıştır:

- Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü,

- Ülkenin bölünmezliğini,

- Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak.

- Toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak.

Görüldüğü gibi bu görevler Türkiye Devleti’ne verilmiştir. Bu noktanın iyi anlaşılması gerekir.

DÜNDAR: Peki, Türk dış politikasının tespit edilmesi ve uygulanmasında sizce dikkate alınması gereken diğer temel kurallar nelerdir?

HEDEFLER MİLLİ GÜCÜN SINIRLARI İÇİNDE OLMALI

BAŞBUĞ: Her şeyden önce dış politikanın uygulanması kendi gücünüze dayandırılmalıdır. Bu nedenle de milletin ortak değerler çerçevesinde bütünlük, birlik, beraberlik içinde olması ve ülkede güvenli, huzurlu ortamın varlığı çok önemlidir. İçeride bunu sağlayamayan ülkelerin dış politikada başarılı olması beklenemez.

Milli menfaatlerin gerçekleştirilmesi için tespit edilen milli hedefler, milli gücün sınırları içinde olmalıdır. Milli gücün sınırları dışına çıkan milli hedefler peşinde koşulması, ülkeyi felaketlerle karşı karşıya getirebilir.

Dış politikaya, ideolojik düşünceler, din ve mezhep açısından bakışlar çerçevesinde yaklaşılması yanlıştır ve tehlikelidir. Önemli olan, sadece ve sadece ülkenin milli menfaatleridir.

DÜNDAR: Cumhuriyet tarihimize bakıldığında, Türkiye’nin dış politikada elde ettiği büyük başarıları nasıl sıralayabilirsiniz?

CUMHURİYET DİPLOMASİSİNİN EN BÜYÜK BAŞARISI LOZAN’DIR

BAŞBUĞ: Cumhuriyet tarihimizin diplomaside elde ettiği büyük başarıların başında elbette, Lozan Barış Antlaşması gelmektedir.

Lozan Antlaşması, Türkiye Devleti’nin kuruluş belgesidir, tapusudur.

Lozan’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hudutları azami imkanlarda kurtarılarak çizilmiştir. Bir memleketin hudutları fiilen, yani askeri varlığınızın mevcudiyetiyle kurulmadıkça, barış masasındaki müzakere ile farklı hudutlar temin edilemez. Ayrıca unutulmasın ki, Lozan’da karşımızda Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri bulunmaktaydı.

Lozan Barış Antlaşması, tartışma konusu yapılmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bir diplomatik zaferi 20 Temmuz 1936’da gerçekleştirilen Montrö Boğazlar Antlaşması’dır.

Montrö ile Türkiye Türk Boğazları üzerinde tam hakimiyet kazanmıştır. Montrö Antlaşması’nın amacı, Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahildar devletlerin güvenliliğinin sağlanması ve korunmasıdır. Bu nedenle, Montrö Türkiye’ye sorumluluk da yüklemiştir. Türkiye Montrö Antlaşması’nı tarafsız olarak uygulamak zorundadır. Bugüne kadar da Türkiye bu sorumluluğunu başarı ile yerine getirmiştir.

DÜNDAR: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960’ta kurulması da bir diplomatik başarı değil midir?

KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI DA BAŞARIDIR

BAŞBUĞ: Elbette. Kıbrıs Cumhuriyeti 19 Şubat 1959 günü imzalanan Londra Antlaşması ve 16 Ağustos 1960’da kabul edilen Lefkoşa Antlaşması ile kurulmuştur.

Garanti ve İttifak Antlaşmaları ile o günkü şartlarda kabul ettirilen Kıbrıs Anayasası Türkiye açısından büyük bir diplomatik başarıdır.

DÜNDAR: Kıbrıs sorununa bugünkü şartlarda bir çözüm bulunabileceğine inanıyor musunuz?

BAŞBUĞ: Bana göre Kıbrıs’ta “coğrafi esasa dayanan federasyon” fikri ölmüştür. Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının hedefi Kıbrıs Türklerini “azınlık durumuna” düşürmektir. Onlar Kıbrıs’ta iki eşit egemen halkın ve devletin olduğunu kabul etmemektedir.

Bu saatten sonra çözüm; “iki bağımsız devlet”e dayanan; konfederal bir Kıbrıs olmalıdır. Bunun ilk adımı ise, KKTC’nin bir devlet olarak, dünyada tanınmasına çalışmak olmalıdır. Bazılarına bu zor, imkansız gibi görülebilir. Ancak, haklı, kararlı ve azimli olanların yenemeyeceği hiçbir zorluk yoktu.

Cumhuriyet döneminin diğer diplomatik bir başarısı da Hatay’ın bağımsızlığını kazanması ve daha sonra da Türkiye’ye katılmasıdır.

Hatay sorununda kullanılan asıl güç, politik güçtür. Ancak, iki tümen bölgeye getirilerek, askeri güç diplomasinin arkasında yer almıştır.

Bu nedenle Hatay sorununda izlenen strateji “Kararlılığın Sergilendiği Caydırma Stratejisi”dir.

Görüldüğü gibi; Lozan ve Montrö Antlaşmaları ile Hatay’ın anavatana kazandırılması, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün diplomatik dehasının inanılmaz başarılarıdır, sonuçlarıdır.

KANAL İSTANBUL KONUSUNDA  BU NOKTALAR DİKKATE ALINMALI


DÜNDAR: Burada güncel bir konu karşımıza çıkıyor. Kanal İstanbul Projesi. Montrö Antlaşması ile Kanal İstanbul projesi arasında bir ilişki
var mı?

BAŞBUĞ: Son yıllarda, ABD Karadeniz’deki varlığını arttırmayı istemektedir. Bunu bir kere unutmayalım. Bu nedenle, zaten ABD ile Rusya arasında Karadeniz’de bir mücadelenin sürdüğünü biliyor, görüyoruz. Ukrayna bugün için bunun öncelikli uygulama alanıdır.

Montrö’nün amacı daha önce de ifade ettiğimiz gibi Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahildar ülkelerin güvenliliğini sağlamaktır. Kanal İstanbul Projesi, Montrö ile kurulan düzenin bozulmasına neden olmamalıdır. Ayrıca, proje Türkiye’yi Rusya ile ABD arasında Karadeniz’de devam eden güç mücadelesine taraf haline dönüştürmemelidir. İlaveten Kanal İstanbul’un, Trakya’nın muhtemel bir savaşta savunulması üzerine yapabileceği etkiler de unutulmamalıdır. Umarım, bu noktalar dikkate alınmaktadır.

DÜNDAR: Bugün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığı önemli sorunlardan birisi de Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunu. Bu konu ile ilgili düşüncelerinizi de öğrenmek isterim.

SORUNLARIN TEMELİNDE ADALAR YER ALIYOR

BAŞBUĞ: Kıbrıs adasının Türkiye açısından stratejik öneminin bir nedeni Doğu Akdeniz’deki Türk-Yunan dengesinin korunmasıdır. Yıllardır bunu söylüyoruz, ama bazıları anlamakta zorlandılar.

Kıta Sahanlığı; karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar, bu devletin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının, deniz yatağı ve toprak altlarını işletebilmesi hakkını vermektedir. Kıta sahanlıklarının ilan edilmesi gerekmemektedir.

MEB ise, 200 deniz mili genişlikteki deniz yatağı, toprak altı ve üzerindeki sulardaki canlı ve canlı olmayan kaynaklar üzerinde kıyı devletlerine ekonomik haklar tanımaktadır.

MEB’lerin uluslararası hukuka uygun olarak sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında hakkaniyete dayalı antlaşmalar ile tespiti ve çözümü gerekmektedir. Bununla birlikte, tek taraflı olarak MEB ilanına aykırı bir hüküm de yoktur.

Doğu Akdeniz’de üç trilyon dolar değerinde doğalgaz rezervlerinin olduğu söylenmektedir.

Adalara tanınacak deniz yetki alanlarıyla ilgili uluslararası hukukta net bir uzlaşı bulunmamaktadır. Bugünkü sorunların temelinde de adalar yer almaktadır.

Yunanistan Meis, Rodos, Kerpe, Kaşot ve Girit adalarının oluşturduğu hattı, kıta sahanlığı ve MEB tesis etmek için esas hat olarak kabul etmektedir.

Türkiye ise, Doğu Akdeniz’de en uzun anakara kıyısına sahip ülke olarak, Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilemeyeceğini ve iki anakara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların, karasuları dışında, deniz yetki alanları yaratamayacağını ve deniz yetki alanlarının hesaplaması yapılırken kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katılmasını savunmaktadır.

Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Hakem Heyeti kararları Türkiye’nin görüşünü desteklemektedir.

Bunun yanında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adeta kendisini hala “Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine koyarak tek başına bu konulara ilişkin kararlar alması ve uygulamalara girişmesi de asla kabul edilemez.

YARIN: Libya ile anlaşma ne anlama geliyor?