Kime ait olduğunu yazının sonunda belirteceğim aşağıda özetle alıntıladığım düşünceler, bundan 11 yıl önce, 2008’de dile getirilmiş. Ama sanki bugün söylenmiş gibi güncelliğini koruyor.

★★★

“Küreselleşmeden neyin amaçlandığını çok iyi bilmeliyiz.
İnsanlığın bütünleşmesi, uygarlıkların kaynaşması, halkların kucaklaşması mı, yoksa süper güçlerin sömürü aracı markalarının, hayat tarzlarının, dillerinin dayatılması mı?
Küreselleşme, dünya halklarının ve kültürlerinin kucaklaşması mı, yoksa bir ‘postmodern sömürgecilik’ mi?
Bu ikinci anlamdaki küreselleşmeye şiddetle karşıyız.

★★★

ABD, küreselleşmeyi hukuk tanımaz bir sömürü aracı olarak kullanmakta kararlı görünüyor.
Batı, küreselleşme adı altında, öncelikle zayıf ülkelerin tarımını, yani yegane sığınak alanlarını tahrip ediyor.
Kıt-kanaat geçinen ülkelerin tek imkanları olan tarım da vurulunca, kapitalist hegemonyanın tutsağı haline gelecekler. Bırakın ihracatı, bu ülkelerin geçimlik tarımsal üretimleri bile yok ediliyor. Çünkü egemenlerin teknolojik üstünlükleriyle elde ettikleri genleri bozulmuş ürünler, çok ucuz fiyatlarla bu ülkelerin önüne çıkarılıyor. Onlar da bu ucuzculuğun tuzağına düşerek ekip biçmek yerine, ithalat yoluna gidiyorlar.

★★★

Bu ‘bol ve ucuz ürünler’in, insan sağlığını tehdit eden hormon yüklü yarı-zehir malzemeye dönüşmesi ise ayrı bir insanlık suçu olarak süperlerin boynunda bir yafta gibi asılı duruyor.

★★★

Peki ya Türkiye?
Ülkemiz de tarım ve hayvancılıkta, küreselleşmenin dayattığı yol ve yöntemi seçmiş durumda.
Tohumların patentleri küreselleşme dayatmacısı büyük egemen şirketlerin elinde. Tüm tohumlar, bu şirketlerce kontrol ediliyor.

★★★

Dünya Ticaret Örgütü ise tarımı, süper ülkeler lehine denetim altında tutuyor. IMF ve Dünya Bankası gibi öncü kuruluşlar, süperlerin yolunu açarken, zayıf ülkelere ‘Tarımda sübvansiyon ve destekleme yoluna gitmeyeceksiniz’ diye emir veriyor. Ama öbür yandan, bağlı oldukları ülkelerin tarım ürünlerine verilen destek günden güne artırılıyor.
IMF ve Dünya Bankası küreselleşmeyi, süperler hesabına işletmek için, ulus-devletleri yozlaştırıp piyon pazarlara çeviriyor...

★★★

Şunu asla göz ardı etmemeliyiz:
Ulus devleti sürekli şovenist, ırkçı, baskıcı, faşist devlet imajıyla resimleyerek insanı ve çağı ürkütüyorlar. Oysa ki bugün ulus devletin anlamının bunlarla hiçbir ilgisi kalmamış durumda. Bugün ulus devlet tanımı, ülke nimetlerinin dışarıdan gelen ve güdenler için değil, ülkenin içindeki sahipler ve sakinler için kullanımını öne çıkaran devlet anlayışını yanstıyor. Bu sahip ve sakinlerin ırkı, rengi, dili, dini, deseni hiç önemli değil.
Batı, ulus devletin bu yeni anlamını kendisi için sonuna kadar işletiyor, ama sömürmek istediği ülkeler söz konusu olduğunda ulus devleti derhal ‘faşizm’ ve ‘şovenizmle’ suçluyor.
Doğal kaynakların yağmalanmasını planlayan ve 1985 ‘Washington Konsensusu’ denen manifesto ile yasallaştırılan ‘Neoliberal Küreselleşme’nin temsilcileri, kendi reklamlarını yapmak için her yıl yaklaşık 1 trilyon dolar harcıyorlar.
Küreselleşme adı altında faaliyet yürüten global kapitalizmin, keyifli yaşamak için kurduğu düzen ve işlettiği sistem işte budur. Bu sistemin tüm giderleri zayıf ülkelerin sırtından alınıyor, tüm nimet ve bereketleri ise süperlere akıtılıyor!..”

★★★

Yani bu sözlerin sahibi diyor ki, eğer bu anlamdaki küreselleşmeye karşı çıkmazsanız, süperlerin dediklerini harfiyen uygularsanız, özelleştirmeyle fabrikalarınızı yok yere satarsanız, tarımınızı ihmal ederseniz, kendinizi besleyemeyecek hale gelir, kuru soğana bile muhtaç kalırsınız!..
Peki bugünlerde yaşadığımız gerçekleri taa 2008’de, tam isabetle kim dile getirmiş?
Uluslararası saygınlığı olan bir ekonomi uzmanı mı?
Hayır!
Kim biliyor musunuz?..
Din alimliğinin yanı sıra hukuk alanında da ihtisas yapmış yurtsever bir entelektüel olan merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk.
Seni çok özlüyoruz, nur içinde yat değerli hocam...