Montrö Sözleşmesi’nin 83. Yıl Dönümü nedeniyle emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan çarpıcı açıklamalar: Türkiye’nin, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesi ile boğazları savunma hakkı elde ettiğini belirten Şükrü Elekdağ, “Sözleşmenin muhafazası ve uygulanması Türkiye açısından yaşamsal siyasi ve güvenlik önceliği taşımakta” dedi.

[caption id="attachment_5237744" align="alignnone" width="880"] Şükrü Elekdağ[/caption]

Sevgili okurlarım,

20 Temmuz, Türkiye tarihinin biri askeri, diğeri de diplomatik olmak üzere iki önemli zaferini yansıtır. Zira 45 yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’a müdahale ederek Türkleri Rumların ve Yunanların zulmünden kurtardı. Bundan 83 yıl önce de İsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde imzalanan sözleşme sayesinde Lozan Antlaşması ile Boğazlar üzerindeki egemenliğimize getirilen sınırlamalar kaldırıldı. Böylece Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki haklarının dünyaca kayıtsız ve şartsız kabulü sağlandı.
Tüm öngörüleri çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, Atatürk Türkiyesi’nin, Akdeniz ve Avrupa’da savaş rüzgarlarının estiği bir dönemde ince bir diplomasiyle Montrö Sözleşmesi’ni gerçekleştirme başarısını inceleyeceğiz. Bu bağlamda, Türkiye’nin, Sovyetler Birliği lideri Stalin’in Boğazlarda üs ve Anadolu’da toprak taleplerine nasıl karşı koyduğunu da ele alacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, söyleşimize Lozan Antlaşması’nda Boğazlar için nasıl bir statü kabul edildiğiyle başlayalım.
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Türkiye’nin Lozan Konferansı’na katılmaya hazırlandığı tarihlerde Anadolu ve Doğu Trakya düşman işgalinden kurtarılmıştı. Buna mukabil İstanbul ve Çanakkale’yi de kapsayan Boğazlar bölgesi işgal altındaydı. İsmet Paşa’ya (İnönü) Lozan Konferansı’na giderken Boğazlar konusunda verilen talimat şöyleydi: “Boğazlarda ve Gelibolu Yarımadası’nda yabancı bir askeri kuvvet kabul edilemez. Eğer bu baptaki müzakere inkıtaı mucip ise (görüşmeler kesilirse) Ankara’ya malumat verilecektir...”
Boğazlarla ilgili müzakerelere Karadeniz’de kıyıları olan Bulgaristan ve Sovyetler Birliği de katıldılar. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nın ekleri arasında yer aldı. Belirttiğim gibi, Türkiye’nin Lozan müzakerelerinden öncelikli beklentisi İstanbul ve Boğazlar bölgesini yabancı işgal kuvvetlerinden kurtarmaktı. Bu hedef gerçekleştirildi. Ancak Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye açısından şu iki sakıncası vardı: Birincisi, Boğazlardan geçişlerin denetimi “Boğazlar Komisyonu”na bırakılıyordu. Komisyon, Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalayan dokuz devletin temsilcilerinden oluşuyordu. Bu devletler, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya,  Yugoslavya, Bulgaristan ve Türkiye idi. Sovyetler Birliği, Boğazlardan geçiş rejimini aleyhine gördüğünden sözleşmeyi imzalamadı! Sözleşmenin ikinci sakıncası; Boğazlar bölgesine Türk askerinin konuşlanmasını ve tahkimat yapılmasını yasaklamasıydı!..

ULUSAL ÇIKARLAR İÇİN AKILCI BİR ÇALIŞMA

(U.D.): Şimdi Türkiye’nin Lozan’daki eksiklerini Montrö’de nasıl telafi ettiğine gelelim.
(Ş.E.): Atatürk ve arkadaşları Boğazlar Sözleşmesi’ni ulusal çıkarlar doğrultusunda değiştirmek için dış politikada akılcı ve planlı bir çalışmaya giriştiler ve en uygun uluslararası şartların oluşmasını beklediler. Türkiye’nin Yunanistan ile dostluk ilişkileri kurması, Balkan ülkeleriyle yakınlaşmasına ve 1934 Balkan Paktı’nın imzalanmasına zemin hazırladı. Bu arada Türkiye, Sovyetler Birliği’yle 1925 Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması’nı imzaladı. Avrupa’da nazizm  ve faşizmin yükselmesinin İngiltere ve Fransa’yı Türkiye’ye yaklaştıran konjonktürü de Ankara amaçları doğrultusunda başarıyla değerlendirdi. Bu ortamda İtalya’nın 1935’te Habeşistan’a saldırması ve Oniki Ada’yı silahlandırarak Türkiye’yi tehdit etmesi, Türkiye’ye koşulların değiştiğini ileri sürerek Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden ele alınmasını sağlayacak bir konferans toplanmasını önerme fırsatını oluşturdu. Türkiye’nin bu yoldaki girişimleri sonucunda 1936 Haziran’ında Montrö’de bir konferans toplandı. Konferansa Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalayan devletler ile Sovyetler Birliği katıldı. Müzakereler sonucunda 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesi ile Uluslararası Boğazlar Komisyonu’nun tüm yetkileri Türkiye’ye devredildi ve Türk askeri Boğazlar’ın savunmasını üstlendi.

ÜLKEMİZE JEOPOLİTİK GÜÇ KAZANDIRMIŞTIR

(U.D.): Evet, Montrö Sözleşmesi akılcı diplomasinin eseri büyük bir siyasi zafer... Sözleşmenin öngördüğü Boğazlardan geçiş rejimi hakkında da okurlarımıza bilgi verir misiniz?
(Ş.E.): Boğazları kontrol etmesi Türkiye’ye güvenliği için gerekli koşulları sağlama imkanını verdiği gibi, ülkemize önemli bir jeopolitik güç de kazandırmıştır. Fazla detaya girmeden geçiş rejiminin en can alıcı noktalarını belirteyim: Barış zamanında her devletin ticaret gemileri bayrak ve yükü ne olursa olsun Boğazlardan serbestçe geçebilecektir. Sözleşmenin en hassas ve önemli bölümü savaş gemilerinin geçişlerine ilişkin rejimdir (Md. 8-22). Bu rejim, Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletler arasında farklılık gösterecek şekilde düzenlenmiştir. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlere ait savaş gemilerinin Boğazlardan transit geçişte toplam tonajı 15 bin tonla kısıtlanmıştır. Bu devletler Karadeniz’de en çok 30 bin tonluk savaş gemisi bulundurabilir, belirli koşullarda bu miktar 45 bin tona çıkarılabilir. Bunların Karadeniz’de kalış süresi de 21 gündür. Savaş gemileri, barış zamanında ön bildirimde bulunmak şartıyla birer birer ve ancak gündüzleri geçebilirler. Denizaltılar geçemez. Karadeniz’de kıyısı bulunan devletler ise barış zamanında, önceden haber vermek şartıyla daha fazla tonajda savaş gemisi geçirebilirler. Denizaltılarını da geçirebilirler ama su üstünden. Savaş halinde, Türkiye tarafsız ise savaşan devletlerin gemileri Boğazlardan geçemez Türkiye’nin muharip (savaşan) olması durumunda ise Boğazlardan savaş gemilerinin geçişini istediği gibi düzenleme hakkına sahiptir.

STALİN BOĞAZLARDA ÜS KURMAK İSTİYORDU

(U.D.): İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin karşılaştığı ağır baskı ve tehditler, Boğazların dünya barış ve istikrarındaki konumunu ortaya koymak açısından önemli. Bunu da açalım mı?..
(Ş.E.): İkinci Dünya Savaşı sonuna doğru Sovyetler Birliği, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi’ni tarafsız uygulamadığını öne sürerek değiştirilmesi için baskı yapmaya başladı. Yalta Konferansı’nda (10 Şubat 1945) Boğazlar konusunu gündeme getiren Stalin, “Türkiye’ye Rusya’nın boğazını sıkma imkânının verilmemesi gerektiğini” söyleyerek Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesini önerdi. ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill, Stalin’in bu talebine karşı çıkmadılar. Bundan bir süre sonra (18 Haziran 1945) Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’le yaptığı görüşmede, Stalin’nin Türkiye’ye yönelik yayılmacı emellerini açıkladı. Sovyetler Birliği, Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesini ve Boğazlar’da üs kurmak istiyor, ayrıca Kars ve Ardahan vilayetlerinin de kendine verilmesini talep ediyordu. Molotov, tehdit bağlamında da bu talepleri kabul edilmediği takdirde feshettikleri Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın yenilenmeyeceğini vurguluyordu. Buna paralel olarak Sovyet tarihçileri ve yazarları da Kars ve Ardahan bölgelerinin kendilerine ait olduğu yolunda bir kampanya yürütüyorlardı. 17 Temmuz 1945’te toplanan Potsdam Konferansı’nda Stalin, Rus taleplerini tekrarladı. Curchill bunlara karşı çıkarken ölen Başkan Roosevelt’in yerine konferansa katılan Truman, Boğazlardan serbest ve engelsiz geçiş rejimi önerdi. Mutabakat sağlanamayınca Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesi konusunda Rusya, ABD ve İngiltere’nin ayrı ayrı girişimlerde bulunmasına karar verildi.

MONTRÖ SÖZLEŞMESİ’NİN SÜRESİ HEP UZATILDI

(U.D.): Montrö Sözleşmesi’nin süresi ne kadar?
(ŞE): Sözleşmenin 28. maddesinde süresinin 20 yıl olacağı ve bu sürenin bitiminden iki yıl önce hiçbir taraf devlet Fransız Hükümeti’ne sona erdirme yolunda bir ön bildirimde bulunmadığı takdirde sözleşmenin yürürlükte kalacağı öngörülmüştür. 1954’te hiçbir sona erdirme talebi olmayınca sözleşme varlığını sürdürmüştür. Ancak, 28. maddeye göre, gelecekte bir ön bildirimle fesih (sona erdirme) başvurusu olursa, bu başvuru tarihinden itibaren sözleşme iki yıl daha yürürlükte kalacak ve taraf devletler yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere bir konferansta bir araya geleceklerdir. Halen hiçbir taraf devlette fesih başvurusu yapma yolunda bir eğilim görülmemiştir. Bunun önde gelen bir nedeni, Sözleşme’nin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruduğu kadar, Karadeniz’e sahildar olan ve olmayan devletlerin hak ve çıkarları açısından da hassas bir denge tesis etmiş olmasıdır. Keza 83. yılını idrak etmesinin bir nedeni de Türkiye’nin, Montrö Sözleşmesi’ni İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş döneminde ve Gürcistan’la Ukrayna krizleri sırasında özenle, tarafsız ve saydam bir şekilde uygulamakta gösterdiği başarıdır. Sözleşmenin bu haliyle muhafazası ve uygulanması Türkiye açısından yaşamsal siyasi ve güvenlik önceliği taşımaktadır.



(U.D.): Peki Potsdam Konferansı’nda alınan karar nasıl bir anlam taşıyordu?
(Ş.E.): Bu kararın anlamı; İngiltere ve ABD’nin Türkiye’yi, Boğazlarda üs ve toprak isteyen Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakmalarıydı! Açıkcası, Stalin’e Türkiye’ye karşı hareket serbestisi tanıyorlardı. Nitekim, 1 Kasım 1945’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü TBMM’de yaptığı konuşmada. “Açıkça söyleriz ki, Türk topraklarından ve haklarından kimseye verilecek bir borcumuz yoktur. Bizler şerefli insanlar olarak olarak yaşayacağız ve şerefli insanlar olarak öleceğiz” diyerek Sovyet taleplerini reddetti. Bu şekilde Türkiye, Stalin’e meydan okudu ve Sovyetlere ne bir karış toprak, ne de Boğazlar’da üs vereceğini ve bu amaçlar için şerefiyle savaşıp ölmeye hazır olduğunu haykırdı. Yalnız çok geçmeden Washington’un tutumunda bir değişiklik oldu. 5 Nisan 1946’da Missouri Zırhlısı, görevi başında vefat eden Türkiye’nın Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini İstanbul’a getirdi. Missouri halkın büyük coşkusuyla karşılandı. Başkan Truman Missouri ile İsmet İnönü’ye bir dostluk mesajı göndermişti. Bu jestle ABD, Sovyetlere, Türkiye’nin yanında olduğu mesajını veriyordu.

ABD VE İNGİLTERE NEDEN ÇARK ETTİLER?

(U.D.): İlginç ve önemli bir gelişme. Peki ne oldu da Truman’ın tutumu değişti?
(Ş.E.): Stalin’in Doğu ve Güneydoğu Avrupa ile Orta Doğu’ya yayılmacı emellerinin farkına varmaları, ABD’nin ve İngiltere’nin Türkiye’ye ve Boğazlara bakışını kökten değiştirmişti. 22 Ekim 1946’da İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin, Boğazlarla ilgili demecinde şu noktaları vurguladı: “Boğazlarda Sovyetlere üs verilmesi Türkiye’nin egemenliğini ihlal eder ve onu Sovyet uydusu yapar. Bu nedenle Boğazların savunması Türkiye’ye bırakılmalıdır. Esasen, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Boğazlarla ilgili tutumu ve uygulaması memnuniyet verici olmuştur...” Bundan kısa süre sonra Yunanistan ve Türkiye’ye ekonomik ve askeri yardımı öngören Truman Doktrini’nin açıklanması, Sovyetlerin  Boğazlar ile Kars ve Ardahan’a yönelik taleplerini dile getirmekten vazgeçmelerine yol açtı.