Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan, çarpıcı tespitler: Elekdağ, “Barış Pınarı Harekâtı sonrası Suriye’de değişik dengeler oluştu. PYD/YPG terör örgütü yaşam mücadelesi vermekte. Örgütün etkisiz hale getirilmesi için Türkiye ve Suriye acilen ilişki kurmalıdır” dedi.

Sevgili okurlarım,

Türkiye, Fırat’ın doğusunda yürüttüğü Barış Pınarı Harekâtı bağlamında 17 Ekim’de ABD, 22 Ekim’de de Rusya ile iki anlaşma yaptı. Uluslararası alanda büyük bir ilgiyle izlendiğine tanık olduğumuz bu harekât ve anlaşmaların yarattığı sonuçlar; tarafsız gözlemcilere göre; Suriye sorununda mevcut dengeleri değiştirecek bir nitelik taşıyor. Suriye krizinin patlak verdiği tarihten bugüne kadar tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat Şükrü Elekdağ ile söyleşimizde Fırat’ın doğusunda ve Suriye’de oluşan yeni siyasi ve askeri tabloyu inceleyecek, Türkiye’nin kazanç ve kayıplarını değerlendirecek ve bundan sonra ne gibi gelişmeler beklenebileceğini tahmin etmeye çalışacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ söyleşimize sözünü ettiğim iki anlaşmanın Türkiye açısından yarattığı sonuçları ele alarak başlayalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Önce bir hususa açıklık getirmem gerekecek. ABD ile yapılan anlaşma gerçekte bir “ortak açıklama”dır. Bu, imzalanan bir belge değildir. Niyet beyanından ibarettir. Taraflar buna “mutabakat” diye atıfta bulunuyorlar. Rusya ile yapılan anlaşma ise bir “Mutabakat Muhtırası” olup, imzalanan bir belgedir ve bağlayıcılığı vardır. Şimdi, ABD ile yapılan mutabakata gelelim: Bu mutabakatla, Barış Pınarı Harekâtı’nın yürütüldüğü Tel Abyad-Resulayn arasındaki 120 kilometrelik bölgeden YPG teröristlerinin en az 32 kilometre güneye çekilmesi ve ardından Türkiye’nin kontrolünde bir güvenli bölgenin oluşturulması kararlaştırılmıştı. Ancak, Türkiye’nin öngördüğü şekilde bir güvenli bölgenin oluşturulması ihtimali daha müzakereler bitmeden suya düşmüştü. Zira, Rus askerleri eşliğinde Suriye ordusu, YPG kontrolündeki, Menbiç, Kobani, Ayn İsa, Tabka, Rakka, Tel Temir, Kamışlı, Derik ve Malikiye’ye girmişti. Hemen belirteyim ki söz konusu yerleşim alanları üzerinde kontrolün el değiştirmesi, Rusya’nın Suriye hükümeti ile YPG arasında uzlaşma sağlamasıyla gerçekleşmişti. ABD de bu el değiştirmenin sühuletle yapılmasında Rusya’ya yardımcı oldu.

[caption id="attachment_5413575" align="alignnone" width="880"] Şükrü Elekdağ[/caption]

GÜVENLİ BÖLGEDEKİ DURUMUN KORUNMASI

(U.D.): Yani ABD heyeti Ankara’da bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’la müzakere ederken, öte yandan da Türkiye’nin tasarladığı güvenli bölge sınırları içindeki şehirlere Türk askerinin girmesini önlemek için Rusya’yla iş birliği yapmaya mı yöneldi?

(Ş.E.): Evet gerçek bu!.. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soçi’ye Başkan Putin’le görüşmeye gittiğinde Fırat’ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırının Tel Abyad ile Resulayn arasındaki 120 kilometrelik kısmı hariç, geri kalanı Suriye ordusunun kontrolü altındaydı...

Bu durumda Soçi’de imzalanan mutabakat muhtırasında Türkiye’nin, ABD ile anlaşmasındaki 120 kilometrelik güvenli bölgedeki durumunun korunmasına karar verildi. Ayrıca, sınırın geri kalan bölgelerine Suriye ve Rusya askerlerinin girerek YPG’yi silahlarıyla birlikte Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km.’nin dışına çıkarmaları kararlaştırıldı. 150 saat sürecek olan bu görev, 29 Ekim’de Türkiye saati ile 18.00’de dolacak. Bu saatten itibaren de mevcut Barış Pınarı Harekât alanı sınırlarının batısında ve doğusunda, Kamışlı şehri hariç olmak üzere, 10 km. derinlikte bir koridor üzerinde Türk ve Rus askerleri ortak devriye görevi yapacaklardır.

TÜRKİYE’YE YÖNELİK TEHDİTLER ZAYIFLADI

(U.D.): ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatlar Türkiye’ye ne sağladı?

(Ş.E.): Türkiye’nin somut ve tartışma götürmeyen kazançları var. Bunların başında, terör unsurlarının sınırımızdan 30 km. derinliğe çekilmeye mecbur edilmesiyle, Türkiye’ye yönelen tehdidin büyük ölçüde zayıflatılması gelmekte. Ayrıca Soçi Mutabakatı’yla Türkiye’ye sınır boyunca uzanan 10 km.’lik bir koridorda askeri varlık bulundurma hakkı verildi. Bunlardan çok daha önemlisi, koşulların PKK/PYD/YPG’yı, Suriye’nin kuzeyinde kuzey Irak tipi bir federe devlet veya bağımsız bir garnizon devlet kurma hayaline veda etmek zorunda bıraktığı görülüyor. Gerçekten de PKK/PYD/YPG, Amerika’nın desteğiyle kurduğu kantonlarla fiili özerklik elde etmiş, 60 bin mevcutlu iyi donanımlı ve eğitimli bir orduya sahip olmuş ve IŞİD’e karşı etkim mücadelesiyle Orta Doğu’da ün yaparak sivrilen bir siyasi aktör mertebesine yükselmişti. Uluslararası alanda bu aktörün devlet statüsünü kazanmasına bir zamanlama (timing) konusu olarak bakan ülkeler çoktu. İşte bu aktör, Soçi Mutabakatı’yla gücünün öz kaynağı olan Kürtlerle meskun bölgeden kopartılarak, kendisine güven duymayan ve yabancı gözüyle bakan Arap nüfusunun yoğun olduğu bir bölgeye sürülmüştür. Üstelik ABD’nin de Suriye’den çekilmesiyle siyasi ve askeri ağırlığını sürdürme kapasitesini de kaybetmiştir. Nitekim, “YPG’li bir komutan” BBC’ye “Soçi Mutabakatı, Kürtler için teslimiyet anlamına geliyor” demiştir.

(U.D.): Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey, Rus askeri polisi ile Suriyeli askerlerin YPG’yi 30 km.’lik hat dışına çıkaramayacaklarını iddia ediyor.

‘YPG, TÜRK ORDUSU’NUN SİLİNDİRİ ALTINA GİRER’

(Ş.E.): Bunun yanıtını Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov şöyle verdi: “YPG direnir çekilmezse, o zaman Türk Ordusu’nun silindiri altına girer!..” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güvenli bölge oluşturulması projesine gelince, bu proje Soçi’de kabul görmedi. “Güvenli bölge” ifadesi mutabakat muhtırasında yer bile almadı. Muhtıra metninde herhangi bir bölge belirtilmeden “Mültecilerin güvenli ve gönüllü şekilde geri dönüşlerini kolaylaştırmak maksadıyla ortak çalışma yapılacaktır” denilmekle yetinildi. “444 km. X 30 km.” büyüklüğünde yerleşim yerleri oluşturmayı hedefleyen güvenli bölge projesi, şimdi sadece Tel Abyad ile Resulayn’ın kapsadığı “120 km. X 30 km.’lik”  bir alanda uygulanabilecek...

(U.D.): Şimdi ben tekrar, PYD/YPG’nin durumuna döneceğim. Siz garnizon devlet hedefinin artık hayal olduğunu söylüyorsunuz. Yalnız Başkan Trump, PYD/YPG’nin elebaşısı olan terörist Mazlum Kobani ile telefonda görüştü ve ABD’nin terör örgütü YPG’ye desteğinin devam ettiği izlenimini veren sözler sarf etti. Yani ABD hâlâ örgüte kol kanat germekte kararlı gözüküyor...

(Ş.E.): Trump, Kongre ve medya tarafından “Kürtlere ihanet etmekle, onları sırtlarından bıçaklamakla” suçlanıyor. Bu iddialara karşı kendini savunma ihtiyacını duyan Trump, Kürtlere sıcak mesajlar veriyor. Mazlum’la konuşarak ona moral vermesi bu nedenden ileri geliyor. Yeşil ışık yaktıkları Barış Pınarı Harekâtı, Trump yönetimini PYD/ YPG ile Türkiye arasında bir tercih yapmaya zorladı ve bu tercih Türkiye lehinde oldu. Bu nedenledir ki Trump “Kürtleri ilelebet koruma sözü vermedik” dedi. Yine bu nedenle Savunma Bakanı Mark Esper, “Kürtleri NATO müttefikimiz Türkiye’ye karşı koruma gibi bir yükümlülüğümüz yok. NATO müttefikimizle savaşacak değiliz” dedi. ABD’nin Suriye’den çekilmesiyle bu ülkede artık Rusya’nın borusunun öteceği anlaşılıyor.

(U.D.): Bunun ne gibi sonuçları olacak?

(Ş.E.): Putin’in açıklamaları bize Rusya’nın öncelikleri hakkında bazı somut ipuçları veriyor. Örneğin Soçi Zirvesi’nden sonra yapılan basın toplantısında Putin’in Kürtlerle ilgili şu sözleri dikkat çekiciydi: “Suriye hükümeti ile Kürtler arasında geniş bir diyalog başlatılması gerekiyor. Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşayan Kürtlerden bahsediyorum. Çok uluslu Suriye halkının vazgeçilmez bir parçası olan Kürt halkının hakları ancak bu diyalog sayesinde korunabilir.” Bu sözlerle Putin, PYD/YPG’nin sorunların ancak Suriye yönetimi ile ve müzakere yoluyla çözümleyebileceklerini vurguluyor. Mevcut koşullar da buna yardımcı olacak bir nitelik yansıtıyor. Zira, PYD/YPG’nin şu sırada Suriye ile Rusya aracılığıyla anlaşma aramaktan başka çaresi yok. Bu konuda Moskova daha önce Kürtlere şöyle bir formül önermişti: Kürtlerin haklarının tanınmasını sağlayacak kültürel özerklik ve YPG’nin Rusya’nın 2016 sonunda kurduğu ve finanse ettiği 5. Kolordu’ya entegre edilmesi...

BEŞAR ESAD EN KUVVETLİ OLDUĞU DÖNEMİ YAŞIYOR

(U.D.): PYD/YPG bu formülü kabul eder mi?

(Ş.E.): PYD/YPG’nin yaşamını idame ettirmesi için Suriye’nin kanatları altına sığınmaktan başka bir çaresi yok. Barış Pınarı Harekâtı başladığı zaman arkalarında ABD’yi bulamayınca öylesine şiddetli bir travma geçirdiler ki korunmak için Rusya’ya ve Suriye’ye başvurdular ve korunma karşılığında 2012’den bu yana kontrol ettikleri toprakları Suriye’ye iade etmek zorunda kaldılar. Bu nedenle şu sırada müzakere masasında elleri son derece zayıf olacak. Buna mukabil, Beşar Esad, siyasi ve askeri açıdan en kuvvetli olduğu dönemi yaşıyor. Bu arada Moskova formülünün Türkiye’nin güvenlik çıkarlarıyla da uyumlu olduğunun altını çizmek isterim. Bu bağlamda, Putin’in bir dış politika önceliğinin de Türkiye- Suriye ilişkilerinin normalleşmesi olduğu belirtilmelidir.

(U.D.): Bu alanda kayda değer bir gelişme  var mı?

(Ş.E.): İlişkilerin normalleşmesi hususunda hiçbir somut gelişme yok!.. Şoçi Zirvesi sonrası yapılan basın toplantısında Putin bu konuda şu açıklamayı yaptı: “Türkiye ve Suriyelilerin sınırda barışı birlikte korumaları gerekecektir. Bu, iki ülke arasında saygıyı esas alan bir iş birliğine dayanmadan mümkün olamaz.” Putin’in dile getirdiği bu gerçeğe rağmen, muhtırada Ankara ve Şam arasında iş birliğinin geliştirilmesini teşvik edici hiçbir ifade mevcut değil. Bunun da ötesinde Adana Anlaşması hakkındaki 4. madde Türkiye’nin söz konusu ilişkilerin geliştirilmesi hususundaki negatif tutumunu yansıtmaktadır. Söz konusu madde şöyledir: “Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır.” Burada dikkatimi çeken ve yadırgadığım husus, Türkiye’nin bu madde bağlamında Adana Anlaşması’nın uygulanması hususunda olumlu bir beyanda bulunmaktan kaçınmış olmasıdır. Belli ki bu madde muhtıraya Rusya’nın ısrarı sonucunda dahil edilmiş... Putin bu şekilde Erdoğan’a Suriye ile diplomatik ilişki kurmanın zamanının gelip geçtiğini bir kere daha hatırlatıyor.

SURİYE’DEKİ TÜM GÜÇ DENGELERİ DEĞİŞEBİLİR

(U.D.): Türkiye ile Suriye yeniden sınırdaş oldular. Güvenlikleri için Adana Anlaşması’ndan yararlanmaları lazım. Hükümet buna neden karşı çıkıyor?

(Ş.E.): Muhtıra’daki Adana Anlaşması vurgusunu, hükümet herhalde Türkiye’yi Esad’a yakınlaştırıcı bir olgu şeklinde yorumluyor. Akla zarar bir yorum!.. Oysa Barış Pınarı Harekâtı ve muhtıralardan sonra Suriye’de değişik dengeler oluşmuştur. Varoluşsal bir tehdit kaynağı olarak bakılan PYD/YPG terör örgütü şu anda kötürüm durumdadır ve yaşam mücadelesi vermektedir. Örgütün tam anlamıyla etkisiz bir hale getirilmesi için atılması gereken adımlar Türkiye’nin, Suriye ile resmen ve acilen ilişki kurmasıyla gerçekleştirilebilir. Türkiye bu fırsatı değerlendirmelidir. Bu karar alınırken Suriye’de güç dengelerini değiştirecek gelişmelerin her an vuku bulabileceği dikkate alınmalıdır.