(...) Ergenekon Kumpası’nın dozu gün geçtikçe artıyor, FETÖ, Atatürkçü-yurtsever sivil ve asker aydınları hedef almaya devam ediyordu.

Demokrasiyi araç olarak kullanıp Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirebileceklerini düşünenler, Cumhuriyet ve demokrasiyi yok etmek için ağır bir saldırıya geçmişlerdi.

“Paralel devlet yapılanması” kurarak, Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen FETÖ, amacına ulaşmak için her yolu mübah sayıyordu. Hedef seçtiklerine kriminal operasyon alanına çevirdikleri medyalarında itibar suikastları yapıyorlardı. Örgüt, masum insanlara aşağılık iftiralar atıyor, lekeleme ve linç kampanyaları gerçekleştiriyordu. Yapılanlar kelimenin tam anlamıyla haysiyet cellatlığıydı! İnsanların aile şerefi ve namusuna saldıracak kadar acımasızdılar!

★★★

(...) Hukuk eliyle zulüm yapılan bu dönemde, hukukun savunma ayağında yer alan dürüst ve fedakar avukatlar çok önemli yükümlülükler üstlendiler. Kumpas mağduru yurtseverlerin avukatlığını yapanlardan biri de Murat Ergün’dü. Sonraki yıllarda Uğur Dündar’ın da avukatlığını üstlenen Murat Ergün’ün anlattıkları zamanın ruhuna tercüman oluyor:

“FETÖ adlı yapılanmanın, perde arkasındaki gücünü sahneye çıkarmaya başlamasıyla birlikte Cumhuriyet çok haşin, çok hain, çok kuvvetli saldırılara maruz kalmaya başladı. Hedef; ülkenin bağımsızlığını, demokrasisini, hukukun üstünlüğünü savunan aydınlarını, düşün insanlarını, gazetecilerini, hukukçularını ve TSK’nın demokrasiye bağlı yurtsever, pırıltılı subaylarını tasfiye etmekti!..

Bir korku imparatorluğunda yaşanıyordu. Devlete çöreklenmiş ve sonradan darbeye kalkışan yapı, iş birliği içinde olduğu güçlerle birlikte bu ürkütücü ortamı yaratmıştı. Öyle anlar oluyordu ki; bir dakika önce sarıldığın, öpüştüğün, kader birliği yaptığın arkadaşın, bir dakika sonra sana selam vermez hale geliyordu. Çünkü birtakım listelere isimler yazılıp teşhir olunuyor, insanlar ailesiyle, çoluk çocuğuyla birlikte perişan ediliyordu. Yandaş medya ve FETÖ medyasında sürekli tutuklanacakların listeleri yayımlanıyordu.

★★★

Medya eliyle öyle çirkin algı yönetimi uygulanıyor, öylesine hukuka aykırı operasyonlar yapılıyordu ki, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu şey, dürüst ve namuslu gazetecilerdi...

★★★

İşte o süreçte bir kırılma yaşandı. O zaman herkes hangi safta duracağını belirledi. Bu bir turnusol deneyi idi. Çünkü kimin ne olduğu, nerede durduğu ortaya çıkmış, saflar netleşmişti: Atatürk ve Cumhuriyet’ten yana olanlar ve karşı olanlar... Bir de, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenler vardı ama onlar konuşulmaya değmez kişiliklerdi!.

Zaten halk onlara değil, sembol isimlere bakıyordu, ne yapacaklar diye...”

★★★

Sevgili okurlarım,

Okuduğunuz satırları, FETÖ üyesi olmamakla birlikte bu hain örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek (!) suçlamasıyla hüküm giyen SÖZCÜ mensuplarından Gökmen Ulu kardeşimin yazdığı “Olağanüstü Bir Hayat-Uğur Dündar” kitabından alıntıladım.

★★★

Kitapta buna benzer birçok anı, bilgi ve belge paylaşılıyor. Uğur Dündar’ın yarım asırlık meslek yaşamında ülkeyi soyanlar, tüyü bitmemiş yetim hakkını yağmalayanlar, kamu bankalarını hortumlayıp yurt dışına kaçanlar, mafyalar, her türlü baronlar ve tüm terör örgütlerine karşı verdiği, adının ölüm listelerinde yer almasına neden olan mücadeleleri, gerilim romanı sürükleyiciliğinde anlatılıyor.

★★★

Kitapta, SÖZCÜ’ye, Atatürkçü-yurtsever sahibi Burak Akbay’a ve yazarlarına FETÖ’cü iftirasını atanlara yine en anlamlı cevabı, “Balyoz Kumpası” mağdurlarını savunan Avukat Murat Ergün veriyor:

“FETÖ’nün kurguladığı kumpas vahşetinin en şiddetli, en yüksek, en acımasız seviyede yaşandığı günlerin birinde, Silivri’deki büyük duruşma salonun kapısı açıldı ve içeriye SÖZCÜ yazarları Uğur Dündar’la Yılmaz Özdil girdi...

O anın etkisini sözcüklerle anlatamam.

Çünkü onların girişi, salondaki tutuklular için özgürlük gibi bir şeydi!..”