Önceki gece Kuşadası’nın kısa süre önce seçilmiş olmasına karşın çalışkanlığıyla göz dolduran, sevilen Belediye Başkanı Ömer Günel ve kadim dostum Orhan Baykal’ın daveti üzerine, yönetmen Gökmen Ulu kardeşimin imzasını taşıyan Uğur Dündar belgeselinin gösterimi için, Ege kıyılarımızın bu şenlikli ilçesindeydik.
Kuşadası, kışın 100 bini aşan, yaz ayları boyunca da 1 milyon civarında seyreden nüfusuyla, adeta bir büyükşehir görünümünü almış.
Bayram tatili nedeniyle akın edenlerin de etkisiyle kent içinde İstanbul ve Ankara’yı aratmayan yoğun trafik, gerek Aydın’ın başarılı Büyükşehir Belediye Başkanı “Topuklu Efe” Özlem Çerçioğlu, gerekse genç başkan Ömer Günel’in işlerinin hiç de kolay olmadığını gösteriyordu...

★★★

Belgesel galasının yapıldığı tarihi Kervansaray’ın büyüleyici atmosferine, Kuşadası’ndaki konuksever dostların sımsıcak ilgileri de eklenince, unutulmaz bir yaz gecesi rüyası yaşadık...

★★★

Meslekteki 50’nci yılım nedeniyle hazırlanan belgeseldeki anlatıcılardan biri de hafta içinde kaybettiğimiz, tiyatro oyunlarına, filmlere ve dizilere muhteşem senaryolar yazan Umur Bugay...
Umur’la tanışıklığımız ta 1960’lı yıllara dayanıyor.
Tanıştığımızda ikimiz de vatani görevlerimizi 24 ay süreyle, yedeksubay olarak, Tuzla Piyade Okulu’nda yapıyorduk.
Ben yedeksubay adaylarını eğitiyordum, o da karargahta çalışıyordu.

★★★

O yıllarda, E-5 tek gidiş-gelişten ibaretti.
Servis her sabah, bizİ Üsküdar’daki vapur iskelesinin önünden alıyor, akşam da mesai bitiminden sonra yine oraya bırakıyordu.
Yolculuk bitmek bilmiyor, en az bir saat sürüyordu.
Ön sıralarında albay ve yarbayların oturduğu servis otobüsünde geriye doğru rütbeler küçülüyor, en arka koltukları da biz asteğmenler, sivil personelle paylaşıyorduk.
Yol boyunca genellikle kitap okur, bazen de birbirimize takılır, şakalar yapardık. Umur’a beni yakınlaştıran, ciddi görünümünün altındaki müthiş mizah yeteneğiydi.

★★★

Otobüsümüzün neşe kaynağı bir sivil personeldi. Çok saf, temiz bir arkadaştı. Bir bahar akşamı servis Üsküdar’a geldiğinde, her zaman bindiğimiz arabalı vapur, karşıya geçmek üzere kapağını kaldırmaya başlamıştı. Hepimiz koşarak atladık. Sıra o arkadaşa geldiğinde ayağı kaydı ve cup diye denize düştü! Sırtında imperteks denilen su geçirmez, ince bir pardesü vardı. Tabii çevredeki insanların da yardımıyla tutup denizden çıkardık. Suya çivileme yapar gibi düştüğünden, sırtındaki imperteks şişmiş, denizden çıkarıldığında da hemen eski halini almıştı! İlk bakışta kupkuru görünüyordu.
Bunu fark eden Umur, çok ciddi bir ifadeyle “Siz hiç ıslanmadınız mı” diye sordu.
Adam sorunun altında yatan ironiyi anlamamıştı. Şöyle bir üstüne baktı, kuru imperteksi göstererek “Haklısınız Umur Bey, Allah’ın sevdiği kuluymuşum ki denize düşmeme rağmen hiç ıslanmadım” dedi!..

★★★

Umur müthiş bir gözlemciydi. Yazdığı senaryoların unutulmazlar arasında yer almasının nedeni, Türkiye’nin insan manzarasını yansıtan fotoğrafları ustalıkla çekmesi ve bunu bir apartmana sığdırarak ekrana veya beyaz perdeye yansıtmada gösterdiği müthiş başarıydı. (Bizimkiler)
Keza bir dönemin vazgeçilmez tutkularından Devekuşu Kabare Tiyatrosu’na yazdığı senaryoların büyük alkış almasının nedeni de keskin gözlem gücünün üstün mizah yeteneğiyle buluşmasından ortaya çıkan tiplemelerdi.
Yazdığı karakterler sahiciydi.
O karakterler ki aralarında cesaretini cehaletten alan düzenbazlar, küçük hırsızlar, mahalle şaklabanı çok bilmiş sahtekarlar, yalancı siyasetçiler, yitip giden değerleri savunan nesli tükenmişler, yufka yürekliler, tavşan pisliklerinin hemen yanında mangal yürekliler, kötülüğü yükselen değer yapmaya çalışan göz boyamacılar, çıkarcılar, yalakalar, sayıları az da olsa erdem timsali dürüst kişiliklerle peş peşe gözlerimizin önünden geçerlerdi.
Çünkü Umur, usta yazarlığına ilaveten iyi bir sosyolog idi.
İmzasını taşıyan portreler, insanlar yaşadıkça yaşayacak...
Nur içinde yat değerli arkadaşım. Mekanın cennet olsun...

★★★

Hepinize güzel bayramlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.