Adında “Milli” ibaresi bulunan iktidarın Eğitim Bakanlığı, okulların kapanmasının ardından öğretmenlere “Mesleki Çalışma Metinleri” gönderdi…
Neler yoktu ki bu metinlerde; mesela Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki “laiklik” mücadelesi için şu değerlendirme yapılıyordu:
-Ahlak buhranı!..
Nedeni de şöyle açıklanıyordu:
-1924 yılında Öğretim Birliği Yasası çıkarılarak, 1930’dan itibaren din adamı yetiştirilecek okulların kapanması ve din derslerinin örgün eğitim kurumlarından çıkarılması, 10-15 yıl içinde memlekette bir ahlak buhranına sebep olmuştur!..
Baştan aşağı palavra!.. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile Türkiye’de faaliyet gösteren yerli, yabancı tüm eğitim kurumları Maarif Vekaleti yani Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Ayrıca bu kanunla medreselerin işlevinin ortadan kaldırılması ve yalnızca imam ve hatip yetiştirecek imam hatip okullarının açılması öngörülüyordu!.. Ancak tabii ki yobazların yüzyıllarca uyguladıkları tarzda değil; okuduğunu anlama, dinini öğrenme, hiçbir şekilde gerici öğretime geçit vermeme şeklinde!..
1930’ların başında medreseler ve yabancı okullar kapatıldı. Böylece hem gerici faaliyetlerin hem de misyonerlik faaliyetlerinin önüne geçilmiş, laiklik yolunda en büyük adım atılmış oldu…
Yüzyılların gerici eğitimine son verilen bir devrim gerçekleşmişti. Yalnızca birkaç yıl içinde yüzde 10 olan okur-yazar oranı yüzde 20’ye katlandı ve aynı hızla artmayı sürdürdü!.. Bunda 1928 yılında kabul edilen “Harf Devrimi” nin de büyük payı vardı…
Kısacası neredeyse tümü Atatürk döneminde gerçekleştirilen “Eğitim Devrimi” sonucunda işte o müthiş 10. Yıl Marşı’nda anlatılan çağdaş, ahlakı yüksek, bilimle iç içe bir ulus doğmuştu.. Şöyle de anlatılabilir:
-Ümmetten millete geçiş başarıyla sağlanmıştı.

“Din hayatına ve dindarlara baskı!..”


Milli Eğitim Bakanlığı burada da durmuyor!..
-1930’lu yılların başında dini hayata ve dindarlara baskı uygulanmıştır… Kuran-ı Kerim dahil her türlü dini yayın yasaklanmıştır!..
Neresinden tutsam bilemedim; Atatürk’ün Elmalılı Hamdi Efendi’ye Kuran’ın çevirisini kendi cebinden yaptırıp, Müslümanların kutsal kitabı kendi dillerinden okumasını sağladığını mı anlatsam, yoksa insanları ibadete çağıran ezanın Türkçeleştirilmesinden mi söz etsem?.. Ayrıca hangi Müslüman ibadeti nedeniyle, camiye gittiği, namaz kıldığı için baskıya uğramıştır bilmek isterim; arşivler ortada hemen açıklasınlar!..
Bunlar, gerici güruhun yıllar içinde ürettiği yalanlardan başka bir şey değildir; eğer kast edilen, “Siyasal İslamcılık” ise, dini kendi menfaatleri doğrultusunda eğip büken, hurafelerle dolduran, yalanlarla içinden çıkılmaz hale getirip, kitapta asla yeri olmayan “Allah ile kul arasında aracılığa soyunanlar” ile tabii ki mücadele edilmiştir!..
-İşte asıl ahlak buhranını yaratan da budur!..
Soralım bakalım:
-Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk döneminde kaçak Kuran kurslarında, tarikat evlerinde, imam hatip yurtlarında çocuklara tecavüz edilmiş midir?..
-Cumhuriyet ve Atatürk yıllarında, “3 yaşında, 6 yaşında çocuklar” evlenebilir diye fetva veren bir hoca, bir tarikat şeyhi, bir cemaat olabilir miydi acaba?..
-Atatürk devrinde, bir bakan, yurtlarında çocuklara tecavüz edilen vakıf için “bir kereden bir şey olmaz” diyebilir miydi?..
-Minnacık çocuklara musallat olan “badeci sapıklar” ortalıkta gezinebilir miydi?..
-Tarikat evlerinde kavrularak yanan, çöken binaların altında ezilen çocuklar görülebilir miydi acaba?..
Atatürk ve sonraki dönemi “baskıcı”, bu iktidarın egemen olduğu dönemi ise “en rahat” olarak tanımlayan sayın bakanlık, yukarıdaki sorulara da bi zahmet yanıt verse de iyice rahatlasak!..

UnutMADIMAKlımda


Bundan tam 26 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta, bu milletin binlerce yıllık tarihine kapkara bir leke olarak geçen bir alçaklık yaşandı…
Ağızlarından salyalar akan, “şeriat” diye bağıran “yakalım” diye haykıran bir yobaz güruhunun insanlıktan nasibini almamış vahşi saldırısı sonucu, bu ülkenin 33 pırıl pırıl aydını ve iki otel görevlisi, Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi!..
O gün, o katilleri, o gericileri cansiperane koruyanlar, avukatlığını yapanlar, bakan oldular, milletvekili oldular, yüksek bürokrat oldular, bu ülkeyi yönettiler…
Bu alçakça katliamın, Kırım’ın sorumlularının önemli figürleri yurtdışına kaçtılar… Yakalanabilenlerin yargılandığı dava ise, bu katilleri koruyanların iktidarında “zaman aşımı” gerekçesiyle düşürüldü!..
-Katliamın, insan yakmanın zaman aşımı olur muydu hiç!..
Sonsuzluğa karışanlar birer abide olarak yüreklerimize gömüldü… Asla unutulmayacaklar… Gelecek nesillere aktarılacak, onlar tarafından da aynı saygı, aynı sevgiyle anılacaklar…
Bu katliamın sorumluları, destekçileri ise Tarih Baba’nın kara kaplı “soysuzluk” defterinde kapkara bir sayfada sonsuza dek lanetlenecekler.