Yavuz Sultan Selim, tarihin yazdığı en gaddar, en büyük Alevi düşmanı padişahtı!.. Yavuz’un akıl hocası ise İdris Bitlisi idi. Osmanlı’nın güneyde kendisini tehdit eden Safevi Devleti’ne karşı strateji geliştirmesi gerekiyordu. Şah İsmail’in liderliğindeki Safeviler, Türk ve Alevi’ydi. O halde strateji belliydi:

-Osmanlı topraklarındaki Türkmen Aleviler olabildiğince kötülenecek, aşağılanacak, gerektiğinde ise yok edilecekti!..

Öyle de yapıldı! Aleviler hakkında akıl almaz dedikodular üretildi, hem de din adamı kılıklı padişah uşaklarının başını çektiği güruh tarafından!.. Öyle ki; atılan çamur, yapılan iftiralar yüzyıllar boyu bire bin katılarak çoğaltıldı. Örneğin Kanuni’nin Şeyhülislamı Ebu Suud, “dinsiz”, “yaşaması caiz değil” diye tanımladığı Alevi Türkleri öldürmenin Müslümanların görevi olduğunu bile söyleyebildi!..

Yıllar önce yazdığım yazıdan bir bölümü paylaşmak istiyorum:

Buyurun, okuyun, ecdadımızı tanıyın!..

Yüzyıllar süren çile!


Osmanlı kimdi?.. Osmanlı, Türk’ü.. Peki, Türklüğü kabul ediyor muydu?. Yoksa bırakın kabul etmeyi, tam tersine derin bir tiksinti ve aşağılama ile red mi ediyordu?.

-Bu soruları dürüstçe, hiç kıvırmadan ve belgelerle yanıtlamak gerek...

Necip Mirkelamoğlu, “Atatürkçü Düşünce ve Uygulamada Din ve Laiklik” isimli kitabında şunları yazıyor:

-Osmanlı devletini kuran, başlangıcından sonuna kadar uğrunda can verip kan akıtarak, her türlü maddi ve manevi fedakarlıklarla asırlarca onu omzunda taşıyan öz be öz Türk halkıdır... Ne var ki aynı sözleri, padişahların, sadrazamların, vezir, ümera ve ulemanının, Saray ve Enderun aristokrasisinin, kapıkulu taifesinin büyük çoğunluğu için söylememiz mümkün değildir.... Özellikle Fatih’ten sonra “Ben Türküm” diyen bir padişah sesi duyulmamıştır. Bu aristokrat zümre Türk halkını yalnız can, kan ve mal vergileri için hatırlamış, onun dışında Türk olmayı bir hakaret, aşağılama ve utanç vesilesi saymıştır...

Acıklı değil mi?.. Ama bu kadarla kalmıyor. Yavuz Sultan Selim’in halifeliği devraldığı 1517’den itibaren ise Araplar Osmanlı’nın gözbebeği konumuna yükseliyor. O tarihten sonra Arap ırkına Kavm-i Necip (asil kavim), Araplara da Nesl-i Necip (soylu nesil) sıfatı yakıştırılıyordu...

Peki ya Türkler? Onların durumu vahim, elem verici!.. Onlara yakıştırılan sıfat “Etrak-ı bi idrak” yani geri zekalı!.. Yavuz, Çaldıran Savaşı öncesi Safevi hükümdarı Şah İsmail’e yazdığı mektuba hangi sıfatla başlıyordu biliyor musunuz?

-Ey Eşek Türk!

Hüsnü Merdanoğlu’nun “Atatürkçü Düşüncenin Evrenselliği” isimli kitabından bazı acı örneklerle devam edelim:

“Bir Osmanlı şairi olan Nef’i “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır” demiştir... Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi, 1499 yılında yazdığı şiirinde “Baban da olsa Türk’ü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün Hz. Muhammed’e ait olduğunu iddia etmektedir:

-Sakın Türk’ü insan sanma/ Bir an bile olsa Türk’le birlikte olma/ Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur/ Türk’ün başını keserken sakın gam yeme/ Baban da olsa Türk’ü öldür...”

Osmanlı tarihçisi NaimaTarih” eserinde Türkler için, “nadan”, yani kaba Türk, idraksiz Türk, hilekar Türk ifadelerini kullanmaktadır. 1912 yılında Sebilülreşat dergisinde çıkan bir yazıda Türk kelimesinin kullanılması dinsizlik, kafirlik sayılıyordu... Ahmet Naim 1913 yılında yazdığı “İslam’da Davai Kavmiye” adlı kitabında, “Türk’ün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir” diyordu...”

Örnek çok, örnek binlerce... Falih Rıfkı Atay, “Batış Yılları” isimli eserinde, çocukluk yıllarında Türk sözcüğünün kaba ve yabani anlamına geldiğini, vatan sözcüğünün yasak olduğunu, Beyoğlu’nda dükkanlardan çoğunun Türkçe konuşana lütfen tenezzül buyurduğunu yazar... Ziya Gökalp ise, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde idare edenlerle Türk halkının arasındaki derin uçurumu şöyle anlatır:

-Osmanlı yönetici sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarıyla bakardı. Osmanlı Türk’e daima ‘Eşek Türk’ derdi...”

İşte bugün bir takım çevrelerin büyük bir iki yüzlülükle yüceltmeye çalıştıkları, “ecdadımız” dedikleri Osmanlı’nın Türk’e, Alevi’ye bakışı böyle!.. Cumhuriyete husumetin bir araya getirdiği kozmopolit aydının her türlü aşağılanmaya karşın Osmanlı hayranlığı da ortada!..

Bursa’da alçakça provokasyon!..


Yıllar önce yazdığım bu yazıdaki örnekleri sayfalarca uzatabilirim!.. Türkmen Aleviler Cumhuriyetle birlikte biraz olsun nefes alabildiler. Ancak hurafelerin pençesindeki bir kesimin ön yargıları sürdü gitti...

Alevi, Cumhuriyetin, Atatürk Devrimleri’nin temel taşıdır. Sırf bu nedenle dahi gericilerin, yobazların hedefinde olması doğaldır; mesela Kahramanmaraş’ta katliama uğramış, Sivas’ta yakılmıştır... Şimdi de Bursa’da bir takım alçaklar, Pir Sultan Abdal  Dernekleri Bursa Şube Başkanı Ali Öztürk’ün kapısına nefret kusan şu yazıyı yazdı:

-Ölüm vaktin geldi, ecel zamanın geldi, yarın bittin!..

Bu yalnızca bir tehdit değil, Türkiye’nin en büyük kentlerinden birinde toplumun arasına nifak sokma, insanları korkutma, şiddeti kaşıma eylemidir!.. Bu alçakça tehdide Alevi yurttaşlarımız kulak asmaz, doğru bildiği yolda yürümeyi de sürdürür ancak güvenlik güçlerinin bu tehlikeyi ciddiye almasında büyük yarar vardır...

-Aleviler Türk’tür ve Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu, aydınlık, yurtsever yurttaşıdır...