Bir gazetecinin üç “silahı” çok önemlidir...
Gözlemleri, izlenimleri ve sezgileri!.. Bunun yanında etki altında kalmamak, mesleki deformasyona uğramamak, kimsenin kapısına bağlanmamak, hiç kimse karşısında el pençe divan durmamak, Cem Yılmaz’ın deyişiyle asla “duygusal” takılmamak gibi alt başlıklar da sayılabilir tabii... En büyük, en yaşamsal öğüt ise çok uzun yıllar önce Hürriyet Gazetecisi’nin kurucusu Sedat Simavi tarafından söylenmiştir:
-Kalemini kır ama asla satma!..
Yukarıda sıraladıklarımın pek tabii ki egemenlerin sofralarında siftinen, bağlandığı kapının düdüğünü öttüren, iktidara “paydaş” olduğunu iftiharla anlatan, tetikçilik mesleğini “gazeteci” sıfatı ardına sığınarak gerçekleştiren, patronların iş takipçiliğine soyunan, bugün yandaş, yanaşma, tetikçi, paydaş gibi sıfatlarla anılan muhterem medya mensuplarıyla uzaktan yakından ilgisi yok!..
Sözünü ettiğim, gazeteciliğin temel ve evrensel değerlerine sahip, kalemini asla kiralamayan, satmayan, iktidar ve gücün önünde eğilmeyen, sevgili Mustafa Balbay’ın sözleriyle “gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayan” aklıyla yüreğini her türlü ahval ve şerait altında dahi dengede tutmayı bilen saygın, yurtsever, dürüst gazeteciler; yukarıda sıraladıklarım onlar için geçerli!..
-Dürüst ve ahlaklı olmak, yukarıdaki koşullara uymak kaydıyla!..

Bu seçim maskeleri iyice düşürdü!..


Bu kadar uzun bir girizgahı niçin yaptım?...
Çünkü ilk kez bu kadar raydan çıkmış, bu kadar gergin, bu denli “çamur at izi kalsın” mantığıyla yürütülen bir seçim süreci yaşıyoruz!.. Bir çok şaibeli, gergin, sert hatta kavgalı seçimler görmedik mi, gördük tabii...
-Ancak bu seçim tümüne rahmet okuttu, okutuyor!..
Mesela daha önce ben hiç cami şerefesinden iktidar partisinin amblemini taşıyan bir bayrak sallandırıldığını görmemiştim!.. Ana okullarına varıncaya kadar hem de yasak olmasına rağmen bu denli açıkça seçim propagandası yapıldığına tanık olmamıştım!..
Örneğin, dinin bu denli açıkça “cennetin anahtarını vermeye” kadar tepe tepe kullanıldığını, kullanan şahsında eleştiriler karşısında “sizde kullanın ne var yani bunda?” dediğini de hiç duymamıştım!..
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı din adamlarının hem de camilerde hiç sıkılmadan iktidara oy istemesine, muhalefet partilerine akıllara seza suçlamalar yöneltmesine, iktidara oy verenlerin cennetlik olduğunu ilan etmesine de hiç rastlamamıştım!..
Ülkemizden on binlerce kilometre ötede bir alçakça terör saldırısında yaşamını kaybeden Müslümanların saldırı anındaki o iç parçalayan, vicdan kanatan görüntülerinin miting meydanlarında teşhir edilmesine, oy malzemesi yapılmasına da hiç ama hiç tanıklık etmemiştim!..
Bir kadın siyasetçiye, üstelik 5 milyon oy almış bir parti liderine gayet açık bir şekilde hapishane yolunun gösterilmesine ise gazetecilik yaşamımın hiç bir evresinde bırakın tanık olmayı, en buhranlı süreçlerde bile aklıma getirmemiştim!..
Hem Cumhurbaşkanı hem de iktidar partisinin genel başkanı olan siyasetçinin, muhalefetin Ankara Büyükşehir Başkan adayı olan şahsiyet hakkında “seçime girebilse dahi, seçimden sonra bunun bedelini kendisi ödeyeceği gibi bedelini Ankaralılara da ödetme durumuna düşebilir” açıklaması karşısında ise deyim yerindeyse dehşete düştüm!.. Daha da vahimini paylaşayım:
-Bu ülke benim ülkem mi, nerelere geldik diye kederlendim!..

Bu güzelim ülkede umutlar da yeşeriyor!..


Ancak yine de enseyi karartmamak gerek!..
Bu ülkede o kadar koyu karanlığın ortasında “kardelen çiçekleri de açıyor!” Güzel insanlar, iyi, vicdanlı insanlar, her türden baskıya, tehdide, şantaja karşın elini taşın altına koymaktan çekinmiyor!..
Halk, artık anketlerin önüne geçiyor, oyunu saklıyor, “zamanı gelince görürsünüz” diyor!.. “Dipten gelen dalga”nın gücü önünde şaşıran, panikleyen, ne yapacağını şaşıran iktidar ittifakı çözümü yine ve ancak baskıyı artırmakta, göz korkutmakta, “Beka sorununu” en üst perdeden savurmakta buluyor ama artık o da işe yaramıyor!..
Pazar günü “Emeklilikte yaşa takılan” o muazzam kitle en kararlı mesajı verdi, onu da anlayamıyorlar!.. Çünkü 17 yılın sonunda yüzde 60’ın üzerinde açlık ve yoksullukla boğuşan yurttaş söylenenleri artık yemiyor!..
Gördüğüm, izlediğim, sezdiğim kadarıyla bu seçimde iktidar ve ortağının ittifakına hep onların dile getirdiği sözlerle belirteyim:
-Fena, çok fena bir “Osmanlı Tokadı” geliyor!..
Bir de tanımaktan onur duyduğum, mutlu olduğum adaylar var; mesela Bağımsız Türkiye Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Adayı Selim Kotil... Efsane İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil’in yeğeni... Ama kendisine bambaşka bir yol çizmiş bir siyasetçi. Bir Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı...Fen ve matematik alanında bir deha demek abartılı olmaz sanırım... Bu seçimde kazanamayacağı gayet açık; ancak ilerisi için Türkiye’ye umut olabilecek bir siyasetçi; dürüst, gözlerinin içi gülen ancak “tüm adaylar gelsin, tartışalım” diyecek kadar da açık yürekli ve kararlı... Bence ileride adını çok sık duyacağız!..
Mesela İYİ Parti’den Kadıköy’e aday olan sevgili kardeşim Emre Kınay!.. Çok kınandı, taşlandı, “oyları bölüyorsun” diye suçlandı!.. Halbuki, Kadıköy’de ne AKP’nin ne diğerlerinin esamesi bile okunmuyor!.. Oylar Kadıköy’de bölünmez, ancak paylaşılır!.. Olsun, şimdi kazanamasa da Emre geleceğin parlayan isimlerinden biri olacak çünkü bunu sonuna kadar hakkediyor!..
-Bahar kendini göstermeye başladı bile...