1970’lerin ortalığı sallayan şarkılarından biriydi...
Cem Karaca’nın o gür, o kendine özgü sesiyle söylediği “işçisin sen işçi kal” sözleri aklımıza “mıh” gibi çakılmıştı... 70’ler aynı zamanda işçinin sesinin de gür çıktığı, sarı sendikaların yanında işçinin hakkını dişiyle tırnağıyla koruyan gerçek sendikaların da sahne aldığı yıllardı... Yüzbinlerle ölçülen işçi mitingleri, hak gaspında bulunan patronları titreten grevlerin yapıldığı, hakların söke söke alındığı zamanlardı!..
Çocuk aklımızla “İşçi” denildiğinde tulum giymiş, elinde İngiliz anahtarı, kocaman bıyıklı, devasa bir insan profili hayal ederdik... İnşaatlarda, pamuk ya da çeltikte, tamirhanelerde, tekstil atölyelerinde çalışanlara işçi denildiğini bilmezdik... İşçi dediğin kocaman fabrikalarda çalışır, zamanı ve yeri geldiğinde birleşir, hakkını arar, meydanları doldurur, halay çekerdi!..
12 Eylül darbesinin üzerinden silindir gibi geçtiği kesimlerin arasında işçiler en ön saftaydı... Artık ne sendika vardı, ne birlik vardı ne de hak arama!.. Yıllar içinde işçiye, işçi olduğu bile unutturuldu... Özel sektörde neredeyse sendikalı işçi bile kalmadı... Gerçek sendikalar ya kapatıldı ya da etkisizleştirildi... Kamu işçileri ise bölündü, parçalandı, iyice yalnızlaştı...
-Patronların, sendika kılığına girmiş sırtlanların, hükümetlerin elinde heder oldu!..

Öldüğünde, işten çıkarıldığında haber olanlar!..


İşin daha acıklı tarafı, işçi de işçi olduğunu unuttu...
Daha doğrusu unutturuldu!.. Tüm mücadelesinin “alacağı ücret” olduğu algısı iyice beynine yerleştirildi... Ona da zaten büyüklerimiz karar veriyordu!.. İyi yaşamak, insanca yaşamak, çoluk çocuk bir yemeğe, bir sinemaya gitmek, izin zamanında tatil yapmak, kıdem tazminatı ile rahat bir emeklilik gibi en temel hakları dahi giderek yok olan bir hayal halini aldı!..
O da tüm olanları kader olarak kabullendi; Almanya’dan, İngiltere’den, Fransa’dan kendisiyle aynı işi yapan işçi Hans’ın, John’un, Alain’in nasıl olup da her yıl kendi memleketinin en güzel tatil beldelerinde keyif yapabildiğini, kendisinin ise köyüne bile gitmekten aciz duruma geldiğini, getirildiğini sorgulamadı!.. “Ulan, çoluk çocuğu bir yemeğe bile götüremiyorum, neden?” diye sormadı!..
Ve biz onları gazetelerin üçüncü sayfalarında ya da televizyon haberlerinin son sıralarında ya ölüm ya da toplu işten çıkarmalarla izledik; o da bir kereliğine, üç satır veya 15 saniyelik bir haber ile!.. Üstelik haberin öznesi bile değildi; ya onuncu kattan düşen asansörün içindeki 9 kişiden biriydi ya elektrik akımına kapılmış gencecik bir acemi ya düşen vinçin altında kalmış bir talihsiz ya da göçüğün altında kalmış madenci.. Okuduktan sonra adını bile hatırlamadığınız biri olarak yokluğa karışmış gitmişti işte... Koca koca yöneticiler de noktayı koyardı zaten:
-Güzel öldüler... Fıtratında bu var!..

Artık işçi bile sayılmayanlar!..


Olmayan krizin (!) kurbanları yine onlar...
TKP Emek Merkezi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın iş kollarındaki işçi sayılarını ve sendikaların işçi istatistiklerini inceleyerek, şu vahim durumu gözler önüne serdi:
-2018’in Temmuz ayından bu yana, yani 6 ay içinde 16 işkolunda en az 917 bin 576 işçi işten çıkarıldı!..
Siz yuvarlak olarak 1 milyon diyebilirsiniz; zaten bu yazı yazılırken milyonun tamamlanması an meselesidir!.. Bir diğer deyişle onlar artık işçi bile değil... Aileleriyle birlikte en az 5-6 milyon insanın açlığa mahkum edilmesi demektir bu!..
Haa, bir de büyüklerimizin deyişiyle, “işçinin fıtratında yazılı” ölüm mevzuu var!.. Onun da istatistiksel bilgilerini paylaşayım:
-Bu yılın ocak ayında, 10’u çocuk 155 işçi, iş kazalarında yaşamını yitirdi!..
Aslına bakarsanız “İş cinayetleri” daha doğru bir tanımlama olacak!.. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (ISIG) verilerine göre yaşamını yitirenlerin dökümü de şöyle:
-11 kadın işçi, 144 erkek işçi!..
Ölümler en çok inşaat, tarım, taşımacılık, gemi/tersane, metal, tekstil, enerji ve güvenlik iş kollarında gerçekleşti... Açın bakın, son 10 yılda iş cinayetlerinde ölen 11 bini aşkın işçinin hangi iş kollarından olduğunu, yine aynı iş kollarını göreceksiniz!..
Gördüğünüz gibi ben de sayılar üzerinden yazabiliyorum; çünkü o insanlar yalnızca bir istatistik olarak yer alıyor haberlerde, raporlarda. Yani hiçbir kıymet-i harbiyesi yok bu insanların... Son işten atılan bir milyona yakın insan ne yapacak, ailesine nasıl bakacak, hiçbir önemi var mı acaba?..
-Şu kadarcık olsun utanıyor muyuz acaba?!.