Türkiye’mizin hiç batmayan güneşi ATATÜRK’ümüzün sanata ve sanatçıya verdiği değer ile sanat olaylarına ilgisi örnek sözleri ve davranışlarıyla bellidir. Toplum yaşamının düzeyine, bilinçlenmesine ve ulusal eğitime katkısını her zaman gözetmiş, sıcak ilgisiyle sanat alanında gelişmeleri desteklemiş, sanatçıları özendirmiş övmüştür. Yaşamın aydınlığında sanatın büyük etkisi, tüm sanat dallarının ürünlerinin gördüğü ilgiyle daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanı değişik yönlerden olumlu etkilerle besleyen sanatın insanlık ilişkilerindeki yeri de çok önemlidir. Toplumun ve bireylerin niteliklerinin dokunmasında, ilişkilerin düzeyinde sanatın büyük etkisi olduğu gibi uluslararası barışa yararında da sanatın yeri yadsınamaz.

Hukuk ve spor alanındaki çalışmalarıyla tanınan önceki Türkiye Barolar Birliği, Ankara Barosu Başkanlarından, önceki Çalışma Bakanlarından Ö. Atilâ SAV’ın bu konudaki katkısını teşekkür ederek sütunumuza alıyoruz:

“ATATÜRK’ ün unutulmaz sözlerinden biri de;

‘Sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür’. ‘Efendiler, biz hepimiz mebus oluruz. Hattâ Reisicumhur olabiliriz. Ama hiç birimiz sanatkâr olamayız. Böyle de olunca sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür’dür.

Nisan 1930’da Darülbedayi’nin Ankara turnesi sırasında Reisicumhur Mustafa Kemal, Türk Ocağı’ndaki oyunları izlemiş ve son akşam seyirci olan Atatürk, ertesi akşam sanatçıları Marmara Köşkü’nde akşam yemeğine dâvet etmiş. ‘Ayakta büfe’ olan ziyafete ‘Riyaset-i Cumhur Orkestrası sanatçıları’ndan da bir grup katılmış.

Vasfi Rıza Zobu’nun anılarında anlattığı bu olay, Atatürk’ün sanata ve sanatçıya verdiği değeri çok güzel anlatıyor. (O Günden Bugüne, Vasfi Rıza Zobu-Milliyet Yayınları sy. 323. 1977)

Aynı toplantıda Atatürk’ün Muhsin Ertuğrul’a ‘Benden bir isteğiniz var mı?’ sorusuna verdiği ‘Bir tiyatro konservatuvarı Paşam’ yanıtı da o gecede olmuş.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra başkentte kurulan ilk eğitim kurumunun ‘Musiki Muallim Mektebi’ oluşu da Ata’nın sanata verdiği değerin bir başka göstergesi. Bu kuruluşun oluşturulması gerekçesi olarak Atatürk’ün ‘çocuklarımızın kulaklarını güzel musikiye alıştıracak öğretmenler yetiştirmek’ dediği belirtilir.

Musiki Muallim Mektebi, sonra konservatuvar oldu. Kuruluşunda Karl Ebert’in yönetiminde başlayan musiki ve drama eğitimi sonrası yetişen sanatçılar Devlet Tiyatroları’nı ve konservatuvarı kurdu. 1959 yılında yasası çıkarılan Devlet Tiyatroları yetmişinci yılını kutladı.

Son yıllarda gelişerek yirmiye yakın merkezde tiyatroyu ve sahne sanatlarını milyonlara ulaştıran bu sanat kurumunun kutlama törenine devleti yönetenlerden kaçı katıldı?

Futbol yarışmalarını tam takım izleyen siyaset önderleri bu kutlamada var mıydı?

Sanatsevenler, örgütlenerek sanat salonlarını dolduruyor. Ama ülkeyi yöneten politika, bu ilgiye uzaktan ‘kaygı’ ile bakıyor. Sanat gösterileri ‘idare âmirleri’nce engelleniyor, yasaklanıyor. Sanatçılar hakkında kovuşturma yapılıyor. Devletin sanat kurumlarının sanatçılarına ‘kadro’ verilmiyor.

Büyük Önder’in ‘sanatkârın eli öpülür’ deyişinin, bugünün kamu yöneticilerine de anımsatılması uygun olacaktır.

Atatürk, devlet konuğu olan İran Devlet Başkanı Rıza Şah Pehlevi’ye sunulacak gösteriler arasında bir ‘Türk Operası’nın da bulunmasını istemiş ve operanın bestelenişine katkı yapmıştır.

Anayasa’nın 64. maddesi ‘Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır’ diyor.

Atatürk’ün ölümünün 81. yıl dönümünde, O’nun üstün niteliklerini anarken sanata ve sanatçıya verdiği değeri de unutmamak gerek. Belki bugünün yöneticilerine yol gösterir.”