İstanbul’da apartman çöktü.
İnsanlarımız öldü.
Merak ediliyor...
Niye çöktü?



Çünkü bu sahipsiz memlekette, üç işi canı çeken herkes yapabilir.
Müteahhitlik.
Siyasetçilik.
Gazetecilik.



Biri yapar.
Biri onaylar.
Biri alkışlar.
Netice...
Üç oda bir tabuttur.



Yoldan geçen arkeoloğu kolundan tutup, gel şu bademciği alıver diye ameliyathaneye sokamazsın.
Ya da bir ziraat mühendisini yakalayıp, gel şu iddianameyi yazıver diye savcılık makamına oturtamazsın, matematik öğretmenini avukat, eczacıyı hakim, hakimi de pilot yapamazsın.
Aşçı jeofizik bilmez, biyolog statik hesabından anlamaz, kuyumcu mimari proje çizemez.
Ama hepsi gayet rahat müteahhit olabilir bu memlekette.



150 bin hekim var Türkiye’de.
450 bin müteahhit var!



Bizimle aynı nüfusa sahip Almanya’da müteahhit sayısı sadece 3 bin 800 kardeşim... Sırf İstanbul’da Avrupa Birliği’ndeki toplam müteahhit sayısının beş katı müteahhit var.



Tbmm müteahhit dolu.
Belediye başkanları hakeza.
Jet Fadıl müteahhitlik yaptı mesela.



Müteahhitleri ve siyasetçi müteahhitleri yalamaktan dilinde pütür kalmayan, karşılığında avanta ev kapan, villa kapan gazetecilerin isimlerini üst üste koysak, Türkiye’nin en büyük gökdeleni olur!



Marmara depreminde 30 bine yakın insanımızı tost haline gelen binalarda kaybettik. 2100 dava açıldı, 1800’ü affa girdi, 110’u zamanaşımına uğradı, 189’unun cezası ertelendi, sadece biri günah keçisi ilan edildi, Veli Göçer, o da alt tarafı yedi senede yırttı, çıktı.
Gidin lütfen bakın şimdi, gene müteahhitlik yapıyor Veli Göçer.



Sayın ahalimiz desen... Nerede bir inşaat varsa, nerede kazı yapan iş makinesi varsa, etrafına şöyle bir bakın, kepçenin çamurlu toprak çıkarmasını adeta büyülenmiş gibi seyreden en az 50 kişi vardır.



Sayın ahalimiz içeri girmesin diye, inşaat alanlarını yüksek panolarla duvar gibi çevirirler ama, nafile... Panoların arasında iki santimlik boşluk bulup, oraya gözünü dayayıp, illa içeriye bakarlar.



Ankara metrosunun inşaat çalışmaları sırasında özel iskele kurup “seyir terası” yapmışlardı, sayın ahalimiz seyir terasına çıkıp, inşaat alanını konforlu şekilde seyrediyordu.



Televizyonda ana haber merkezi yönettiğim dönemde, kentsel dönüşüm vesilesiyle beş katlı bir binanın yıkım çalışmasını canlı yayında ekrana getirmiştim. Kepçe yükseliyor, binaya vuruyor, duvarı yıkıyor, toz duman kalkıyor falan, bütün olan biten bu...
İzlenme rekoru kırdı iyi mi!
Ertesi gün kaçıranlar için özet halinde gene yayınladım, banttan tekrarının özeti bile aynı oranda izlendi.



Her sohbette sık sık duyarız...
Doğayı katlettiler, ağaçları kesip villa diktiler filan.
Bunu diyene sor, ister misin o villalardan birini?
Yılışık yılışık sırıtır hemen, anında yavşar, kim istemez ki der.
Tapusunu boşver, şaka yollu hayalini bile teklif etsen, rantın kokusunu bile duysa, omurgalı durmayı beceremez.
Habire doğadan bahseder ama, betona aşıktır.



Asla ders almayan, ders almaya asla niyeti olmayan bu sahipsiz memlekette, üç işi canı çeken herkes yapabilir.
Müteahhitlik.
Siyasetçilik.
Gazetecilik.
İlave et buna betonsever ahalimizi...
Üç oda bir tabuttur.