Büyük Taarruz’a sayılı günler vardı.
Son hazırlıklar yapılıyordu.
Cephe karargahı Akşehir’deydi.
Mustafa Kemal geldi.
İsmet Paşa brifing verdi.



150 bin askere ihtiyaç olduğunu, hâlâ 50 bin asker eksiği olduğunu, tüfek başına 270 mermi gerektiğini, her makineli tüfek için 13 bin mermi gerektiğini, her top için 750 atım gerektiğini anlattı.
Bu hesabı Sakarya Savaşı’ndaki harcamayla kıyaslayarak yapıyordu.
Demiryolu, düşman hattının 40 kilometre gerisindeydi, kamyon yoktu, kağnılar çok yavaştı, demiryolunu tutana kadar mühimmatı taşımak için üç bin deveye ihtiyaç vardı, üç bin devenin acilen satın alınmasını istedi.
Motorlu taşıt sayısı zaten çok az olduğu için, benzin yeterliydi.
Askerin yemek ihtiyacını karşılamakta ciddi sıkıntı yaşanıyordu, maalesef erzak çalınıyordu, mecburen kaçakçılarla temas kurulmuştu, kaçakçılardan arpa satın alınıyordu, et ihtiyacını kısmen karşılayabilmek için balık avlama bölükleri kurulmuştu.
Ama en önemli sorun, asker kaçaklarıydı...
Bir ay içinde 30 bin askerin firar ettiği bile oluyordu.
Yüreksizlik, cehalet, ihanet, ne dersen de, kaçıyorlardı.



Hal böyleyken...
Gene böyle bir denetleme sırasında, Konya’ya geldi.
Önceden haber vermeden bir medreseyi ziyaret etti.



17-18 yaşında mollalarla doluydu.
Düzenli orduya asker toplandığını elbette biliyorlardı ama, hem savaşmaktan ödleri patladığı için, hem de padişah efendilerinin fermanı ve fetvasıyla Kuvayi Milliye’ye karşı oldukları için, din eğitimi kisvesi altında buralarda saklanıyorlardı.
Telaşla koştular, cübbeli sarıklı hocalarıyla birlikte avluya dizildiler.
Yerlere kadar eğilerek selamlıyorlar, saygı takiyyesi yapıyorlardı.
Kıdemli sarıklılardan biri öne çıktı, binbir ağdalı övgüden sonra lafı din eğitimine getirdi, medrese sayısının arttırılmasını ve medrese talebelerinin askere alınmamasını istirham etti.
Mustafa Kemal zaten kendini zor tutuyordu, patladı...
“Memleket harp ediyor, istiklal ve mevcudiyetini kurtarmaya çalışıyor, siz burada Arap lisanıyla vakit geçiriyorsunuz. Sizin için bu medreseler, Yunan’ı mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı kıymetlidir? Millet kan içinde yüzerken, milletin çocukları cephelerde yurt için canını feda ederken, siz burada sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz” diye bağırdı!
Öfkeyle çıktı gitti.
O dönemde, medrese adı altında beş bin tarikat yuvası vardı.
Kullanılmayan “kolordu” büyüklüğündeydi.
Mustafa Kemal otomobille uzaklaşırken hâlâ yatışmamıştı.
“Buna son vereceğiz” diyordu...
“Bu asalakların askere alınmaları için emir vereceğim, utanmadan yardım istiyorlar, savaş sona erince bunları mali dayanaklarından, vakıflardan yoksun edeceğim, bu vakıflar mollaların yaşam kaynağıdır, mutlaka son vereceğiz!”



Ve, bir asır sonra, yine Büyük Taarruz’un yıldönümünde, kaderin cilvesi mi desem, ibretin tekerrürü mü, bilemiyorum...



İstanbul büyükşehir belediyesinden dinci vakıflara, cemaatlere, tarikatlara, sarıklı cübbeli yapılanmalara aktarılan para kesildi.
“Maddi dayanaklarından yoksun” edildi.



Böylece...
Gençlerimiz işsizlikten kırılırken, yoksul vatan evlatlarımız Arap topraklarında canını feda ederken, Arap lisanıyla vakit geçiren 2019 model mollaların, asalak gibi “besiye çekilmesi”ne son verildi.



Akp yönetiminde sadece 30 Ağustos’tu.
Artık nihayet, yeniden Zafer Bayramı oldu.