Osmanlı’nın elinde Kuzey Afrika’da kala kala Libya kalmıştı.

Kuzey Afrika’daki son toprağıydı.

İngiltere’yle Fransa’nın desteğini alan İtalya, pasta bitmeden bir dilim de ben kapayım dedi, Trablusgarp’a saldırdı.



Osmanlı’nın mecali yoktu.

Donanma Haliç’te çürütüldüğü için, Ege’ye Akdeniz’e çıkamıyordu.

Mısır da fiilen İngilizlerin elindeydi, karadan asker gönderemiyordu.

Vaziyet hazindi.



Yurtsever subaylar birer ikişer yola düştü, sivil kimliklerle, Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a gitmeye başladılar.

Onlardan biri Mustafa Kemal’di.



30 yaşındaydı.

Libya, ilk savaşıydı.

Yaşına göre çok tecrübeliydi, üç yıl boyunca, Şam, Beyrut, Yafa, Kudüs, karış karış dolaşmıştı, dört ay Sina çölünde kalmıştı, Golan tepelerinde aşiretlerle vuruşmuştu ve şimdi Afrika’daydı.



İstanbul’dan Rus yolcu gemisine binmiş, gazeteci Mustafa Şerif adıyla İskenderiye’ye gelmişti.

Sahte pasaporttu.

Güya, Tanin gazetesinin yazarıydı.



İngiliz kontrolündeki Mısır’ı boydan boya katetmeleri gerekiyordu, arkadaşlarıyla birlikte bedevi kıyafetleri giydi.

Kah deve sırtında, kah yürüyerek, kavurucu çölü geçtiler. Güzergah üzerinde ne köy vardı, ne mezra, hava kararınca çadır kuruyorlardı.

Yemeklerini kendileri pişiriyorlardı.

Fuat Bulca aşçılığı üstlenmişti, Mustafa Kemal fasulye ayıklıyordu, bulaşık işine Nuri Conker bakıyordu, çocukluk arkadaşıydılar.

Gündüzleri 50 derece, geceleri en fazla beş derece oluyordu.

Kum fırtınalarıyla boğuşarak 657 kilometre gittiler.

Sekiz gün sürdü.

Tobruk’a ulaştılar.



Oradan, Derne’ye, Bingazi’ye, Trablus’a gitti.

Kabile reislerini örgütledi.

Kabilelerden topladığı yerli halkı düzenli birlik haline getirdi.

Çarpıştı, gayri nizami harp taktikleri uyguladı.



Yeniden Derne’ye geldi.

Gözünden yaralandı.

İlk defa “gazi” oldu.



Fuat Bulca o anı şöyle anlatıyordu:

“Hedefimiz Kasr-ı Harun’du.

Kartacalılardan kalma bir harabeydi.

Boğaz boğaza boğuşma başlamıştı.

Mustafa Kemal’in koşarak Kasr-ı Harun’un merkez binasına daldığını gördüm. İşte bu sırada gökyüzünde gürültü duydum. İki İtalyan uçağı çok alçaktan uçuyordu. El bombalarını koyverdiler.

Patlamalar oldu.

Mustafa Kemal’in yanına vardığımda, onun yüzünü tanınmaz halde buldum.

Bir elinde mendili vardı, sağ gözünü kapatıyordu, diğer elinde kılıcı vardı.”



Gözüne kan oturmuştu, şişmişti, göz kapakları açılmıyordu.

Elmacık kemiği yaralıydı.

Ateşi vardı.

İlk müdahaleyi, kendisi gibi gönüllü olarak bölgeye gelenlerden, askeri tabip İbrahim Tali yaptı, “İstanbul’a dönmen lazım, burada müdahale edemem, gözünü kaybedebilirsin” dedi.

Mustafa Kemal kabul etmedi.

“Zaten kaç kişiyiz şurada” dedi.

O vaziyette devam etti.



Kazanma şansları yoktu.

Biliyorlardı.

Ama ölümüne, destansı mücadeleye devam ediyorlardı.



Gözü iyileşmeden, sağ kolundan vuruldu.

Ciddi kan kaybı yaşamasına rağmen, Eritre taburunu püskürtene kadar askerlerinin başından ayrılmadı.



Basın tarihindeki ilk fotoğrafları Derne’de çekildi.

The Illustrated London News dergisinde yayınlandı.

Dünyanın ilk haber dergisiydi.

Direnişi örgütleyen Osmanlı subaylarının tanıtıldığı fotoğraflı haberde, Enver Paşa’yla birlikte görülüyordu.

Bir fotoğrafın altında mesela, şu yazıyordu:

“Osmanlı birliklerinin başkumandanı Enver bey, Derne bölüğüne komuta eden Türk subayı Mustafa Kemal ile sohbet ederken.”



Ömrü boyunca sadece Libya’dayken sakal bırakmıştı.



Kişisel bakımından orada bile taviz vermiyordu.

Derne’de bir vahada çamur içinde su bulmuşlardı, tülbentlerle süzüp biriktirmişlerdi, güya içmek için saklıyorlardı, arkadaşlarının itirazına rağmen, susuz kalma ihtimaline rağmen, kendi payına düşen suyla her sabah yüzünü yıkamaktan vazgeçmezdi.



Balkan savaşı patladı.

Selanik kaybedildi.

Bugünkü Libya topraklarında ömrünün 10 ayını feda eden Mustafa Kemal yine Mısır üzerinden gemiyle İstanbul’a döndü.



Çok değil, sadece üç yıl sonra Çanakkale’de, yedi yıl sonra Anadolu’da vatan ve namus mücadelesi verecekti.



E şimdi bakıyoruz...

Akp’nin hatalar zincirini kamufle etmeye çalışan yalaka gazeteciler, Mustafa Kemal’li manşetler döşeniyor.

“Libya’ya asker göndermemize karşı çıkıyorsunuz ama, madem öyle, Atatürk’ün Libya’da ne işi vardı?” diye soruyorlar.



En başta yazdık, tekrar edelim.

Mustafa Kemal’in gittiği topraklar, Osmanlı toprağıydı.

Vatan toprağıydı.



Mustafa Kemal ve arkadaşları, Libya halkına karşı savaşmadı, Libya halkıyla beraber, emperyalizme karşı savaştı.



Sınırlarımızla alakası olmayan toprakları değil, canı pahasına, gözü pahasına, vatana ait toprakları korumak için mücadele etti.



Ömrü cephelerde geçti.

Ömrü boyunca, bize ait olmayan topraklarda hiç savaşmadı.

Ömrü boyunca, bize ait olmayan topraklara asker göndermedi.



Bu tarihi gerçeklere rağmen...

Vatanı Katar’a peşkeş çekeceksiniz, beş milyon Suriyeliyi vatana dolduracaksınız, vatan toprağına siyanür döküp, Sudan’dan eşek eti ithal edeceksiniz, yavru vatanımız Kıbrıs’ı Rumlara, Ege’deki adalarımızı Yunan’a teslim edeceksiniz, Süleyman Şah türbesinin boş sandukalarını sırtlayıp, götün götün vatan toprağını terkedeceksiniz, yedi milyon metrekare vatan toprağını Suudilere, Kuveytlilere, Birleşik Arap Emirliği şeyhlerine satacaksınız...

Sonra da utanmadan, Mustafa Kemal üzerinden “vatan” dersi vereceksiniz öyle mi?