Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte, Türkiye için uluslararası medyada bir terim kullanılmaya başlanmıştı:
“Cihatçı otoyolu...”
Suriye’de Esad’a karşı savaşmaya giden binlerce yabancı cihatçıyı anlatmak için kullanıldı o günlerde.
Afganistan’dan, Çin’den, Rusya’dan ve Batı ülkelerinden adeta bir “akın” vardı Esad’la savaşmak için.
“Kardeşim Esad”tan, “Katil Esed”a inanılmaz bir hızla dönen AKP hükümet yetkilileri ise o günlerde Suudi/Katar parasıyla, ABD’nin verdiği askeri eğitimle, Türkiye’nin de evsahipliği yaptığı “eğit/donat” gibi ucube programlar planlayıp, bu cihatçıların Esad’ın üzerine salınmasında başrolü oynuyorlardı. (Katar Havayolları, Hatay’a doğrudan uçuşlara bu dönemde başlamamış mıydı?)
Ama Orta Doğu coğrafyasının kaderidir: İttifaklar kolay çözülür.
Suriye iç savaşının başında elbirliğiyle Suriye’ye “muhalif savaşcı” yetiştiren ABD ile Türkiye’nin yolları ayrıldı.
AKP eliyle bir dönem “şeref madalyası” takılan, Kralı öldüğünde üç gün milli yas ilan edilen Suudi Arabistan’la da Ankara’nın arası bozuldu.
“Katil Esed”le ise “Ben görüşmedim, başkası görüştü” algı yönetimi çerçevesinde, -ama elbette Ankara’daki siyasi iktidarın bilgisi, onayı, hatta talimatıyla- istihbarat yetkilileri arasında görüşmeler başlatıldı.
Suriye’de tüm dengeler değişse de değişmeyen unsur, Esad’ın henüz kontrol altına alamadığı bölgelerde kalan cihatçılar oldu. Elbette savaşta sayıları bir miktar azaldı. Ama hâlâ Suriye’deler. Üstelik, Türkiye sınırının hemen güneyinde: Hem İdlib’de, hem Fırat’ın doğusunda.
ABD yönetimi “IŞİD Suriye’de tamamen bitti” demeye hazırlanıyor. Kastedilen, IŞİD terör örgütünün artık bir toprak parçasını kontrol edemez hale getirilmiş olması.
Kontrol ettikleri bir toprak parçası, kentleri, köyleri olmasa da IŞİD teröristlerinin tümü “bitirilmiş” değil. Şimdilik saklanıyorlar. Ve elbette, kendi uyduruk “Cihat” anlayışlarını gerçekleştirmek için başka coğrafyalara gitmenin yollarını arıyorlar.
İdlib’de yine kendisine “cihatçı” diyen grupların bağlı oldukları örgütlerin isimleri IŞİD’den farklı da olsa, ideolojilerinin de yarattıkları terörün de pek farkı yok. El Nusra, Tahrir-el Şam, Ahrar-el Şam ve yüzlerce benzer grup.
İdlib’de nüfusun 3 milyona ulaştığı söyleniyor. Bu nüfusun tümü doğrudan terör örgütlerine mensup değil elbette. Ama çoğu -en azından- sempatizan. Aralarındaki Suriye uyruklu olmayan teröristlerin sayısı ise kesin olarak bilinmese de on binlerle ifade ediliyor.
Ve şimdilerde Esad yönetimi, Rusya ve İran’la birlikte İdlib’e operasyona hazırlanıyor.
Operasyonun tam takvimi açıklanmasa da tarihi tahmin etmek güç değil:
Moskova, önce Fırat’ın doğusunda ABD’nin ne yapacağını, çekilip çekilmeyeceğini görmek istiyor. İdlib operasyonuna, o bölgede “gidişatı” gördükten sonra başlatmaktan yana işaretler veriyor. Esad ve İran ise sabırsız. Daha geçen hafta Moskova’ya görüşmeler için giden Esad’ın danışmanı Şaban açıkladı; “Şam yönetimi, İdlib’e operasyon yapmaya kesin karar verdi. O bölgenin kontrolünü Suriye ordusu geri alacak” dedi. İran Dışişleri Bakanı Zarif ise “İdlib operasyonu olasılığı masada” gibi açıklamalarla baskıyı arttırmaya devam ediyor.

NEREYE?

Amerikalılar nisanda çekileceklerini açıklıyorlar. Bu durumda İdlib’e bir operasyonun da bahar aylarında gerçekleşmesi şaşırtıcı olmaz.
İşte Türkiye’yi bekleyen o çok karamsar senaryo da bu takvimle birlikte ortaya çıkacak gibi.
Sorun şu;
Suriye’nin doğusunda IŞİD; batısında yani İdlib’de ise El Nusra ve türevleri yenildikçe, o yabancı savaşçılar nereye, nasıl gidecekler? “Cihatçı otoyolu” tersine mi işleyecek?
Bu konuda ilginç gelişmeler yaşanıyor; Mesela İngiltere, IŞİD’e kendi isteğiyle katılan İngiliz bir kadını, vatandaşlıktan çıkardı. Bu bir ilk. Devamı da gelecek gibi.
Fransa ise, sırf kendi vatandaşı olan IŞİD militanları ülkeye geri dönmesin diye, hiç yapılmayacak bir şey yaptı: PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD-YPG’nin Fırat’ın doğusunda oluşturduğu yönetimin “yargı yetkisini” tanıdı. Fransız vatandaşlarının, PYD-YPG’nin kurduğu “mahkemelerde” yargılanmasının -ve elbette cezasını da burada çekmesinin- önünü açtı.
Diğer Batılı ülkelerin de artık sadece savaşçı değil, çoluk-çocukların da aralarında olduğu IŞİD ve diğer cihatçı terör örgütü mensubu vatandaşlarının geri dönmesini engellemek üzere “yaratıcı çözümler bulmaları” an meselesi.
Çin’in, Rusya’nın, Orta Asya cumhuriyetlerinin de “Cihat için” Suriye’ye gelmiş kendi vatandaşlarını geri almak istemeyecekleri gün gibi ortada.
Peki ya bu yabancı savaşlar “geldikleri gibi gitmek” yolunu seçerlerse?
İdlib’e operasyon olduğunda, bunların kitleler halinde Türkiye sınırına yığılacaklarını öngörmek zor değil.
AKP hükümeti bu durumda ne yapacak? Sınırı açacak mı? Yoksa bunları -şimdilik- TSK tarafından kontrol edilen Mare-Cerablus hattı ile Afrin’e mi yönlendirecek? Oraya yerleştirmek nihai çözüm değil. Peki ya sonrası?
Ve asıl can alıcı konu: IŞİD’e, El Nusra’ya ya da diğer terör örgütlerine katılan Türk vatandaşları -onların çoluğu/çocuğu- ne olacak? Ülkeye geri mi alınacaklar?
AKP hükümetinin “üç günde Şam’da namaz” diye çıktığı Suriye macerasının Türkiye’ye yarattığı güvenlik sıkıntısı ile şimdilerde hepimize ekonomik kriz olarak dönen maddi yük bir tarafa; taşınamayacak kadar ağır insani bir yük kapıda.
Batılı ülkeler, toplamda sayıları beş-on bini geçmeyen, “cihatçılık” adı altında teröre bulaşmış vatandaşlarını ne yapacaklarını kara kara düşünür, planlar hazırlarken...
Türkiye’de bu konu hiç konuşulmuyor bile...
Neyse;
Siz boşverin bunları. Tanzim satış mağazalarında hâlâ ucuz domates kalmış. Hadi bir koşu gidip kuyruğa girin. Kuyruk beklerken de söylenmeyi unutmayın; “Ah o İnönü yok mu? Onun döneminde ne kuyruklar vardı...”