Son dönemde siyasi literatüre giren en çarpıcı ifade, “Post-Truth”. Türkçesiyle, “gerçek ötesi...”

Tüm dünyada yükselen popülist iktidarların, söylemlerin geldiği nokta; “Yalan söyleyin ama ucu mutlaka bir gerçeğe dokunsun ki kitleler buna inansın...”

AKP iktidarıyla Türkiye, “Post-Truth” çağını en vahşi şekilde yaşayan ülkelerden biri.  Milli güvenlikten ekonomiye, gündelik hayattan dış politikaya kadar hemen her konuda Türk vatandaşlarının algılarıyla oynanıyor. “Ucu bir şekilde gerçeğe dayanan yalanlarla” ülke yönetiliyor. -Ya da doğrusu yönetilemiyor.- Nasıl mı? İşte size birkaç örnek...

İDLİB NE OLDU?

AKP hükümetinin propaganda için en vahşice kullandığı alan vatandaşların korkuları.

Gerçek belli; Türkiye 40 yıldır ayrılıkçı terör belasına karşı savaşıyor. Bunun Post-Truth hali ise kendini Suriye’de ortaya koyuyor. “Barış koridoru kuruyoruz” diye çıkılan üç ayrı -aslında kendi toprağımızı terk ettiğimiz Süleyman Şah operasyonunu da sayarsak dört- operasyon sonunda, koridordan vazgeçip, “ceplere” razı olduk. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD-YPG’nin, Türkiye’den taş atma mesafesinde bulunan Kobani’deki, Kamışlı’daki tüm idari yapılanması yerli yerinde duruyor.

İdlib’de kurulan 12 Türk gözlem noktasında durum çok daha vahim. Gözlem noktalarından birinde Mehmetçik Esad ordusu tarafından kuşatılmış durumda. (Daha acıklısı, kuşatılmış Mehmetçik, Rus askeri polisinin gözlem noktası etrafında aldığı önlemle korunuyor.)

İdlib’de iki Türk gözlem noktası daha aynı duruma düşmek üzere.

LİBYA’YA ASKER GÖNDERME MESELESİNİN ASLI NE?

Suriye’de yaşanan bu çaresizliği kapatmak için şimdilerde Libya revaçta...

İşin “gerçek” kısmı Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşamakta olduğu sıkışmışlık. AKP hükümetinin yıllarca görmezden geldiği Doğu Akdeniz’de Rum-Yunan planıyla somutlaşan cepheleşme, Türkiye’nin haklı deniz egemenlik davasında tek başına kalmasına yol açtı.

AKP son çare, iç savaş içindeki Libya’ya yöneldi. Bu ülkeyle önce Akdeniz’de deniz egemenlik sınırlarını çizen anlaşma yapıldı.

Libya konusundaki “gerçek ötesi” politika ise hemen ardından geldi. AKP, şimdi Libya’ya asker göndermek için tezkere hazırlığında. Üstelik bunu savunmak için işi Atatürk’e sığınmaya kadar vardırdılar. Mustafa Kemal’in bir Osmanlı subayıyken, Libya da Osmanlı toprakları içindeyken yaptığı vatan savunmasını, şimdi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından binlerce kilometre ötedeki Libya’da, kendi İhvancı politikaları için gerekçe göstermeye kalktılar.

İşin “gerçek ötesi” kısmı tam da burası; AKP’nin iktidara geldiğinden beri izlediği İhvancı politikalarda her cephede yenilgi geldi. Mısır’da Müslüman Kardeşler ezildi; Tunus’ta Gannuşi ”Siyasal İslam’dan vazgeçtik” dedi

Hamas bile İhvancı olmadığını açıkladı. Suriye’de cihatçılar İdlib’e sıkışmıştı, onu da süpürüyorlar. AKP’nin liderliğinde soyunduğu İhvan hareketinde kala kala bir tek Trablus’a sıkışmış Sarraj hükümeti kalmıştı. İşte şimdi onu kurtarmaya kalkıyorlar.

2015’TEKİ YERLİ OTOMOBİL NE OLDU?

Bir “Post-Truth” örneği de içeriden verelim; AKP’nin hemen her seçim öncesinde oy devşirmek için ortaya attığı yerli otomobil.

2020’ye sadece günler kala, İtalya’da ürettirdikleri otomobili “yerli ve milli” diye vatandaşın önüne koydular. AKP propaganda makinesi ile de parlattılar da parlattılar.

Oysa sadece dört yıl önce, 2015’te yine AKP’nin bir başka bakanı, Fikri Işık İsveç’ten benzer bir “yerli otomobil” getirmemiş, direksiyonuna geçip pozlar vermemiş miydi? Sahi ne oldu Saab markasından devşirilen 2015 tarihli yerli otomobile?

Türkiye İtalya’dan gelen yeni “yerli otomobili” konuşurken, günde sadece 10 TL’lik zam içeren asgari ücret geçiverdi. Üstüne “Fiyat ayarlaması” adı altında her türlü vergiye, harca üst üste fahiş zamlar yapıldı.

“Kanal İstanbul” ise AKP’nin ve lideri Tayyip Erdoğan’ın hep söylediği “Milletin hizmetkarıyız” sözünün de “gerçek ötesi” olduğunu kanıtladı.

“Kanal İstanbul’da referandum yapalım” çağrısı karşısında her şeyi Türk Milleti için, millete sorarak yaptığını iddia eden AKP çark ediverdi. Katar Emiri’nin annesinin Kanal İstanbul etrafında “parsel parsel” arazi aldığının ortaya çıkması ise unutuldu gitti.

Susmayacağız...


AKP’nin bu kadar vahşice uyguladığı “gerçek ötesi” politikalar karşısında gazetecilerin görevi ise elbette halka gerçeği, sadece gerçeği, yalın gerçeği anlatmak.

SÖZCÜ Gazetesi de işte bunu yapıyor. Yaptığı için de cezalandırılıyor.

Üstelik yine “gerçek ötesi” iddialarla...

Aynı gazete çatısı altında çalışmaktan onur duyduğum Emin Çölaşan, Necati Doğru, Metin Yılmaz, Mustafa Çetin, Yücel Arı, Gökmen Ulu ve Yonca Yücekaleli, “FETÖ’ye destek verdikleri” gibi gerçek ötesi bir iddiayla hapis cezasına çarptırıldılar. Gazetenin sahibi Burak Akbay’ın, yargı sopası kullanılarak, kendi babasının cenazesine gelmesi bile engellendi.

Gerçekle bu kadar oynayan iktidarın hesaplayamadığı tek şey ise “Gerçek ötesi” cezaların bile SÖZCÜ’yü susturamadığı, susturamayacağı.

Buradayız, yazmaya devam edeceğiz.

Unutmayın; en karanlık zaman şafaktan hemen öncedir.

İyi yıllar...