Ne umutlar bağlamıştık...

Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’a gidecek, ABD Başkanı Trump’la görüşecek, Fırat’ın doğusunda en az 30 kilometrelik güvenli bölgeyi söke söke alacak, İsrail’i köşeye sıkıştıracak, Kıbrıslı Rumlar’a Doğu Akdeniz’i dar edecek diplomatik zaferler kazanacak...

Olmadı.

Erdoğan, New York’a gidip Trump’la yüz yüze bile görüşemedi. ABD’deyken topu topu bir telefon görüşmesi, -en azından ülke içi tarifeden diye sevinsek mi?- o da tam olarak ne yaptığı belirsiz bir senatörün araya girmesiyle gerçekleşti.

Ancak ne Fırat’ın doğusu çözülebildi, ne de ikili ilişkilerdeki yaptırıma varabilecek S-400 krizi...

ABD tarafı sadece Türkiye Büyükelçisi Satterfield aracılığıyla iki ülke ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılmasına ilişkin bir plan sundu. Planın içinde Türkiye’nin alacağı -ancak dondurulan- F-35 ihalesi, Patriot füzeleri gibi unsurlar olduğu sızınca da ticaret hacminin kimin lehine yükseleceğini tahmin etmek güç olmadı elbette. Planın bir bölümü de Türkiye ile ABD arasında serbest ticaret anlaşmasını içeriyordu. ABD ile “serbest ticaret yapacağız” diye, AB ile halen içinde olduğumuz Gümrük Birliği’nde ne gibi sorunlarla karşılaşabileceğimiz konusu ise hiç tartışılmadı bile.

İsrail haritası, Suriye haritası...


BM Genel Kurulu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dış politika önceliklerini iki farklı görsel kullanarak ortaya koydu. İlki İsrail’in Filistin topraklarında nasıl genişlediğini tarih tarih gösteren haritaları kapsıyordu.

İkinci görsel ise Türkiye’nin Suriye topraklarında kurmak istediği “güvenli bölgenin” sınırlarını gösteriyordu.

İsrail’in genişlediği haritayı sallarken Erdoğan, “İsrail’in sınırları nerede?” diye sordu.

Suriye’deki güvenli bölge haritasını sallarken Erdoğan’dan elbette böyle bir cümle gelmedi. Ancak hemen herkesin aklından “Suriye’nin sınırları nerede?” cümlesi şöyle bir geçti.

-Erdoğan’ın aynı konuşmada birbiriyle çelişen iki mesajı, üstelik görsel de kullanarak vermesi hangi dahi danışmanın fikriydi acaba?-

Erdoğan, haritada genişliği 30 kilometre olarak öngörülen “güvenli bölgenin” Rakka’ya, Deyr-i Zor’a kadar genişletebileceğini de söyledi. Suriye’den kaçıp dünyaya yayılmış -çoğu Türkiye’ye gelmiş- Suriyelilerin bu bölgede yeniden kurulacak şehirlere, köylere yerleştirilebileceğini anlattı.

Ancak bunu anlatırken, Türkiye’nin “tek başına altından kalkamayacağını” belirterek, uluslararası bir koalisyon kurulmasını istedi.

Erdoğan’ın saydığı olası koalisyon ülkeleri de ilginçti elbette; Suriye’de vekalet savaşı yürüten ABD ve Rusya’nın, sıcak çatışmanın eşiğine gelen ABD ve İran’ın birlikte çalışabileceğinden dem vurdu. Ne güzel...

DUYARLILIK DOĞU TÜRKİSTAN’A KADAR...

Erdoğan, BM konuşmasında baskı gören, toprakları elinden alınan Müslüman toplumlara tek tek değindi. Filistinlilerin işgal edilen topraklarını, Roginya ve Keşmir’deki Müslümanlara yönelik baskıları, Afganistan’da yaşananları, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılmasını saydı.

Ancak ilginçtir...

Tüm dünyada gündem olan Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk topluluklarının adını hiç anmadı. Oysa Erdoğan’ın konuşmasında sık sık dem vurduğu “adalet, hakkaniyet”, Çin mezalimi altındaki Sincan’dan da bahsetmeyi gerektirmiyor muydu?

Kısacası, Erdoğan’ın son New York seferinin bilançosu da dış politika açısından artıya çıkamadı.

CHP’den Suriye atağı


Erdoğan’ın New York’ta Suriye konusunda mesajlar verdiği hafta, CHP de İstanbul’da Suriye konferansı düzenledi.

Somut sonuç verip vermeyeceği bir tarafa, konferansın düzenlenmiş olması bile son derece önemliydi. CHP konferans ile tüm dünyaya, Suriye konusunda “Türkiye’de Erdoğan yönetiminden çok farklı düşünen hiç de azımsanmayacak bir nüfus” -belki de çoğunluk- olduğunu gösterdi.

Konferansın sonuç bildirgesinde çok dikkat çeken iki unsur ise “Suriye’nin seküler toplum yapısına” vurgu ile, “dış müdahaleler” konusunda AKP hükümetlerinin bugüne kadar izledikleri politikalara taban tabana ters düşen görüşler oldu.

Erdoğan güvenli bölge haritası sallarken, ana muhalefetin düzenlediği konferanstan “Türkiye’nin Suriye sahasındaki askeri varlığının kontrollü biçimde azaltılması yerine sürekli artırılmaya çalışılması ülkemizi çoklu güvenlik tehditleriyle karşı karşıya bırakmaktadır” görüşü ortaya çıktı.

Yine konferans bildirisine giren, “Farklı isimler altında Suriye’de faaliyet gösteren cihatçı örgütlere ve silahlı muhaliflere verilen desteğin derhal sona erdirilmesi” vurgusu da ayrıca dikkat çekti. -Sahi kim destekliyordu Cihatçı örgütleri? -

Konferans sonuç bildirisindeki “Suriyelilerin uyumu konusunda hükümet ve yerel yönetimler birlikte çalışsın” önerisi ise İstanbul’da deprem için oluşturulan çalışma grubunda CHP’li seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı’nın dışlanması gerçeği ile daha mürekkebi kurumadan buhar olup uçtu...