Londra’da bini aşkın gazeteci ve 60 ülkeden hükümet temsilcilerinin katıldığı Medya Özgürlüğü Konferansı’nın sloganı buydu:
“Özgür basını savun!”
Yapılan onlarca panel ve oturumda, gazeteciliğin tüm dünyada geldiği nokta tartışılırken şu ortaya çıktı:
Hangi ülke olursa olsun fark etmez, sorunlar benzer...
Mesela, Filipinler’de bağımsız gazetecilik yapmaya çalışan Maria Rosso “Her gün hükümetin finanse ettiği sosyal medya trollerinin saldırısına uğruyorum” dedi. Türkiye’de durum farklı mı?
Sosyal medyadaki bilgi kirliliğine karşı çarenin, kamu yayıncılığını güçlendirmek olduğu konuşuldu konferansta. Kamu yayıncısı kuruluşların gerçek sahibinin “hükümet” değil, “vergi veren vatandaşlar olduğunun” altı çizildi.
Ancak Türkiye gibi ülkelerde, kamu yayıncılığı yapan kuruluşların kendileri de “sosyal medya trolü” gibi davranınca ne olacak? Seçim günü A.A.’nın sonuçlar iktidar partisi aleyhine döndüğü anda veri akışını kesmesi, ya da TRT’nin yine İstanbul seçimlerinden birkaç gün önce, siyasi rant çıkarmak adına PKK terör örgütünün en tanınmış teröristlerinden biriyle röportaj yapmasına karşı vatandaş ne yapabilecek?
Bu konuyu, İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt’ın konferansta sarf ettiği bir cümleyle kapatalım:
“Bir seçimi ancak özgür bir medya varken kazandığınızda meşruiyetiniz olur...”

Batı medyasında Körfez sermayesi endişesi


Konferans boyunca, özellikle Batı ülkelerinde medya sektörüne giren Körfez sermayesi konuşuldu. Körfez’deki Arap ülkelerinin Batı’da önce spor basınına, ardından da yaygın medyaya yatırım yapmasından “büyük tehlike” olarak bahsedildi. Kendi ülkelerinde insan haklarını yok sayanların, Batı’da yatırım yaptıkları medya organlarında da insan hakları ihlallerini görmezden gelecekleri malum. Katarlılar neden Türkiye’ye durmadan medya yatırımı yapıyor, Türkiye’deki AKP hükümeti de bundan pek memnun oluyor anladınız mı?
İstanbul’daki Suudi Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın adı iki gün boyunca, her oturumda geçti. İşin kötüsü, katilleri bilinip de cezalandırılmayan tek gazeteci değil Kaşıkçı.
Sadece bu yılın başından beri öldürülen gazeteci sayısı 28. Son 10 yılda öldürülen gazeteci sayısı 1 önceki on yılın 2 katı. Çoğunluk savaş bölgesinde değil, yolsuzluğu araştırırken öldürülüyor. Üstelik, tüm dünyada her 10 gazeteci cinayetinden 9’unun failleri ya hiç bulunamıyor, ya da bilinip de cezalandırılmıyor.

G-20’ye nasıl gideceksiniz?


Konferans boyunca Cemal Kaşıkçı’nın adı geçtikçe, oklar önümüzdeki yıl G-20 toplantısının yapılacağı Suudi Arabistan’a çevrildi. Konferansı ortaklaşa düzenleyen İngiltere ve Kanada Dışişleri bakanlarına “Hem bu konferansı düzenleyip, hem de G-20 için nasıl gideceksiniz Riyad’a?” diye soruldu.
İngiliz Dışişleri Bakanı, konuya hiç girmemeyi tercih etti. Kanada Dışişleri Bakanı Freeland ise “G-20 sadece bir görüşme platformu. Bundan ötesi değil” mesajıyla sorudan sıyrılmaya çalıştı. Ancak oturumu izleyen gazetecilerin öfkeli mırıldanmalarını bitiremedi bu yanıt.
Hadi biz de buradan soralım:
Kaşıkçı cinayetinde tüm dünyada -son dönümde volümü oldukça azaltmış olsa da- en yüksek itiraz sesini çıkaran Cumhurbaşkanı Erdoğan da gidecek mi Riyad’daki G-20 zirvesine?
İki günlük çok kapsamlı basın özgürlüğü konferansından çıkan somut sonuç ise tüm dünyada medya mensuplarının korunması için de büyük bir fon oluşturulduğunun açıklanması oldu. Fonu UNESCO kontrol edecek. Ayrıca bir de hukuk uzmanlarından oluşacak uluslararası bir komite kurulacak. Ve tüm dünyada yasal sorunlar yaşayan gazetecilere bu komite aracılığıyla hukuksal yardım verilecek.
Konferanstan yazabileceklerimiz bu kadar.
Ötesi?
Siz de zaten biliyorsunuz Türkiye’de hikayenin sonunu...