Türkiye ekonomisi, 2018 yılının ağustos ayında yaşadığı kur krizinden tam iki yıl sonra yeni bir kur şoku ile karşı karşıya. 12 Ağustos 2018'de 7,24 seviyelerine kadar yükselen dolar/TL, aradaki dönemde 5,20 seviyelerine kadar düşse de bugün erken saatlerde 7,40 seviyesini gördü.

Türkiye'de dolar/TL kuru, yaygın biçimde ekonominin barometresi olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de, normal dönemde ekonomi gündemine mesafeli olanlar, kurdaki artışla gözlerini ekonomik gelişmelere çeviriyor.

Aslında dolar kurundaki artış, bir sonuç. Bu sonucun gerisinde ise yapısal ve dönemsel birçok neden bulunuyor. İki yılda yaşanan iki kur şoku da nedenleri açısından bazı benzerlikler ve farklılıklar içeriyor. Sorunların birikmesi sonucunda bazı güncel gelişmelerin tetiklemesiyle şoklar ortaya çıkabiliyor.

1- TETİKLEYİCİLER FARKLI


Ağustos 2018'deki kur krizini tetikleyen, Washington ile Ankara arasında yaşanan Rahip Brunson gerilimliydi. Donald Trump yönetimi, rahibin ceza evinden tahliye edilip ABD'ye gönderilmesi talebi karşılanmayınca Türkiye'ye karşı görece düşük yoğunluklu ekonomik yaptırımlar da içeren adımlar attı. Bunun üzerine kur krizi tetiklendi.

Ağustos 2020'de ise, çok somut bir tetikleyici olay olmasa da salgın döneminde Merkez Bankası (TCMB) rezervlerindeki erime temel endişe kaynağı olarak öne çıktı. Şubat 2019'da 33 milyar dolar olan TCMB'nin swap (TL karşılığı bir süreliğine ödünç alınan döviz ve altın) hariç net rezervi, 2020'nin haziran sonunda -29,8 milyar dolara geriledi.

Salgın döneminde ülkenin turizm ve ihracattan kazandığı dövizlerin azalması da, rezerv kaybını ciddi şekilde arttırdı.

Yapılan hesaplamalar, geçen yıldan bu yana kuru frenlemek için TCMB rezervlerinden 100 milyar doları aşkın bir kaynağın kullanıldığını ortaya koyuyor.


2- İKİSİNİN TEMELİNDE DE DIŞA BAĞIMLILIK VAR


Tetikleyiciler farklı olsa da, iki kur şokunun gerisinde de ortak bir neden bulunuyor: Türkiye'nin dışa bağımlılığı.

Kur krizinin hemen öncesinde Temmuz 2018'de 12 aylık birikimli cari açık 49,6 milyar dolar seviyesindeydi. 2018 Temmuz sonu itibarıyla, vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç stoku, 181,3 milyar dolardı. Finans dışı kesimin döviz açığı 217,2 milyar dolardı.

Yüksek cari açık ve yüksek dış borcun gerisinde ise, Türkiye ekonomisinin ithalata bağımlı yapısı yer alıyordu.

2018'deki kur krizinin ardından iki yıllık durgunluk döneminde ithalat, cari açık ve dış borçlar zorunlu olarak azaldı ancak temel kırılganlık başlığı olarak varlığını sürdürdü.

Geçen sene ilk beş ayda 187 milyon dolar fazla veren cari denge, 2020'nin aynı dönemde 16 milyar 720 milyon dolar açık verdi. 2020 Mayıs sonu itibarıyla vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç 169,5 milyar dolar ile yüksek seviyesini korudu. Aynı dönemde, finans dışı firmaların döviz açığı da 165,1 milyar dolarla yüksek seviyelerde bulunmaya devam etti.

3- İKİ YIL ÖNCE FED FAİZ ARTIRIYORDU, SALGINLA SIFIRA ÇEKTİ


İki yıl önce kur krizinde, ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz artışları ve parasal daralma adımları etkili olmuştu. Dış finansman ihtiyacı yüksek ülkelerin, dışarıdan dolar bulması daha maliyetli hale geliyordu. Türkiye gibi bazı "gelişen ülkeler" de bu süreçten olumsuz etkilendi.

Ancak 2019'da Fed, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının ekonomiye olumsuz yansıyabileceğini düşünerek piyasanın da baskısıyla faiz artışı politikasını terse çevirdi. Salgınla birlikte ise faiz sıfıra çekildi ve para muslukları sonuna kadar açıldı.

Bu açıdan, Türkiye gibi ülkeler için görece avantajlı bir durum ortaya çıksa da, salgınla birlikte gelişen ülkelerden rekor düzeyde para çıkışı oldu. Türkiye'de ek güvensizlikler ve riskler olunca, sıcak para çıkışının şiddeti arttı.

4- DÜŞÜK FAİZ ISRARI İKİ KRİZDE DE ETKİLİ


Son yıllarda Türkiye ekonomisinde faiz konusunda kısır döngü yaşanıyor. Ekonomiyi kısa vadede canlandırmak isteyen hükümet, düşük faiz istiyor. Faizler düşürülünce krediler artıyor ancak artan kredilerle cari açık, enflasyon ve döviz talebi de artıyor. Bunlar da dolar kurunu yukarı çekiyor. Bu sorunlar birikince kur şoku yaşanıyor ve bir süre ayak diretilse de daha sonra zorunlu olarak faizler artırılıyor. Bu da ekonomide yeniden daralma ya da durgunluğa neden oluyor.

2018'de de artan kur ve enflasyona rağmen uzun süre faizler artırılmadı ancak enflasyon ve kur tutulamayınca 13 Eylül 2018'de 625 puanlık faiz artışı geldi ve TCMB politika faizini yüzde 24'e çekti. Yüzde 25'e çıkan enflasyonu düşürmek için TCMB bankaları yüzde 24'ün de üzerinde faizle fonladı. Kredi fazileri de yüzde 30'lara yükseldi. Faiz artırarak ve ithalatı mecburen kısarak kur düşürüldü.

Ağustos 2020'deki kur krizi öncesinde de politika faizi yüzde 12'lik enflasyonun çok altında olan yüzde 8,25'e düşürüldü. TCMB bankaları yüzde 7,5 faizle fonladı. Kredi, mevduat ve politika faizlerinde reel oranlar eksiye düştü. Kredi hacmi yıl başından bu yana yaklaşık 570 milyar TL ile rekor düzeyde arttı. Kredilerin artışına cari açıkta, enflasyonda ve döviz talebinde artış eşlik etti.

Kurun 7,40'a vurmasının ardından ise politika faizi artırılmasa da fonlama faizini 2-3 puan artırabilecek adımlar geldi.


Prof. Dr. Veysel Ulusoy

"VERİMSİZLİK VE KAYNAK İSRAFI BELİRLEYİCİ"


Sozcu.com.tr'ye konuşan Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Veysel Ulusoy, iki kur şokunun da milli birer döviz krizi olduğunu, temelinde makro faktörlerin kırılması, verimsizlik ve kaynak israfı olduğunu, sonuçlarında gelir adaletsizliğinin büyüdüğünü söyledi.

Salgınının ya da Rahip Brunson gerilimlerinin kur şoklarının temel nedeni olmadığını, sadece şoku tetikleyen ya da hızlandıran faktörler olarak rol oynadıklarını belirten Ulusoy, "Türkiye mevcut istihdam oranlarıyla devam ederse önümüzdeki dönemlerde yeni kur şokları yaşar" dedi.