RÖPORTAJ: REHA BAŞOĞUL

Özgeçmişinizi düşündüğümüzde, on sene önce birçok moda defilesinde ya da moda fuarı açılışında ses getiren tasarımlarınız ve defileleriniz var. Bugüne geldiğimizde ise toplumun tüketim seviyesi sebebiyle kendinize has bir anlam duruluğunuz ve özerk bir yol söz konusu. O günlerinizden elde ettiğiniz deneyimlerin bugünkü anlayışa katkısı nasıl oldu ve ne gibi kırılımlar buna yol açtı?


İşin aslı moda olarak sunulan akımlara hiç bir zaman ilgi duymadım yada popüler şeylerle uyumlu bir yaşantım hiç olmadı. Tüketimi körükleyen bir sektörde yer almam ve moda tasarımını meslek edinmem oldukça manidar. Bu tercihi yaparken 19 yaşındaydım ama ne yapmak istediğimin hakikaten bilincindeydim. Üniversite seçimim öncesindeki süreç, hayalini kurduğumdan çok başkaca olan dünyamızı ve insanların beni şaşkına çeviren davranış biçimlerini kavrayabilmek gayreti ile geçti. Algıladığım, arzulamakta olduğumdan çok farklı bir gerçeklikti. Güzel Sanatlar Fakültesinde, tasarım bölümünde okuyarak alternatif yaratma yetimi eğitebilmiş oldum. İşler sistemlerin dayatmasıyla süregelen döngüler içerisinde, işleyebilir başkalıklar var edebilmeyi umdum.



Giyim ve tekstil üretimlerinin sanayide kapladığı büyük payı gözlemliyordum ve giyim-kuşamın yaşantılar üzerindeki etkisi, pek çok diğer üretimlere nazaran daha kuvvetliydi. Şiir ile, edebiyat ile ya çada görsel sanatlar ile de çeşitli güzellikler var edebilirdim ama madem eleştirdiğim döngüye karşı duran çözümler geliştirebilmeyi arzu ediyordum; o halde tüketimin can damarına bir kazık çakmak istedim. Moda endüstrisinde ve tekstil sanayisinde faydalı çözümlere ulaşabilirdim. Ardımdan birileri aktarılan bilgi ve yöntemlerin; çaktığım kazıkların üzerine bir takım başka güzellikler daha ilave ederlerdi… Ve hatta bir kaç kuşak sonrası alternatif yollar, tüneller inşa edebilmiş olurduk diye umdum. Bu güdü ile sunduğum her defile bir keşifti. Yaptığım her seçim ve yaşadığım her tecrübe beni arzularıma daha da yaklaştırdı. Ne mutlu bana ki ayak izlerim hedeflediğim adımları izliyor.



2020 yılına geldiğimizde birçok anlam, kavram, bilgi teorileri tekrar düşünmeye muhtaç irdeleniyor. Moda bu anlamda zihninizde başka bir anlam kazandı mı?

Tabi, teknolojik bir devrim yaşadık ve bilimsel gerçekliklerin temelleri bile sil baştan incelenmekte. Her yeni gün, bir önceki güne dair tüm bildiklerimizi tekrar yapılandırıyor, öyle değil mi? Bilim ve teknolojideki tüm gelişmeler çok heyecan verici, mutlulukla takip ediyorum. Yeni ufuklar açan bunca buluş, henüz erdem evrimini tamamlayamamış bir insanlığın elinde hem olumlu hem de olumsuz etkiler oluşturacak olsa bile, ben bu ivmenin insanlığı daha gelişmiş ve daha donanımlı bir yapıya taşıyacağını görüyorum.



Nesnelerin interneti ve teknolojik eklentiler ile donanımlanan objelerin gerçekliğinde, moda da tüm diğer her şey gibi köklü bir değişime maruz kalmakta. Tüketici bilinci de keza, 10 sene öncesindeki algı ve beklentiler ile günümüz arasında uçurumlar var. Hedeflenen kitlelere göre geliştirilip moda ilan edilen ve çok sıklıkla yenilenen koleksiyonlar bile, her gün kendisini güncelleyen teknolojik bir yapıda eskimeye mahkum. Gelişmekte olan teknolojiye ve insan algısındaki hızlı yükselişe uyum sağlayabilir olmayanın, çağın gerisinde kalmakta olduğu bir bağlamda moda da şekil alıyor. Giyim-kuşam akımları insanları daha güzel ve mutlu hissettirebilecek nitelikte faydalı olabilir olgular ve mutluluk üzerinde düşünülmesi, emek sarfedilmesi gereken bir başarı. Bir modacı olarak daha çok ürün sattığımda tabii ki mutlu oluyorum, o ürünler sürdürülebilir kalkınma değerlerine uygun oluşturulabildiği sürece...



3-Ürünlerinizde Ankara Keçisi tiftiğini kullanıyorsunuz. Ankara Keçisini niye tercih ettiniz? Türkiye’de bunun için uygun bir endüstriye sahip mi?

Boş laf değil, hakikaten de memleketin taşını kaldırsak altından çıkan böcek bile bir değer. Örneğin, Urartu’lar zamanında bile bilinen, kaya resimlerinde kullanmış olan ve aslında medikal olarak da oldukça kıymetli olan Ararat Kermesi’ni duymuş muydunuz? Doğu’da, eskiler şifadır diyerek demliğe bir de Kermes attıkları için tavşan kanı çay demlenirdi. Aynı bölgenin bir öteki tarafında, Ermenistan’da Ararat Kermesi ile alakalı bir enstitü bile kurulmuş. Doğal boyama uygulamalarında kullanımı sürüyor ama bu devirde kırmızı elde etmek için onca canlının katledilmesi fikri bana oldukça ilkel geliyor. Ben medikal araştırmalardan dolayı bu enstitünün önem taşıyabileceğini düşünüyorum. Kermes araştırmalarım sırasında Dünya’da en yaygın doğal gıda boyası olarak kabul gören, tekstil boyamacılığında da kullanılmakta olan Koşnil (dactylopius coccus) böceklerinin de Peru ve Oaxaca’daki hazin yaşantıları ile yüzleşmiş oldum. Kimileri için detaylarda kaybolan bu gibi “ufak” canlıların yaşam hakları adına hissettiklerimi, eleştirilerimi ilk sergimde paylaşacağım. Bir tarafa bırakalım Doğu Anadolu topraklarımızdaki şifalı böcekleri, başkentimizdeki canım Tiftik Keçilerimiz (Angora Goat) bile hak ettikleri değeri görememekte. Halbuki devlet kalkınmasını destekler potansiyelde üretimler gerçekleştirebiliriz. Örneğin Afrika’da tiftikli üretimlerin ülkelerine sağladığı tekstil ihracat katkısı hiç yadsınamaz bir büyüklükte. Tiftiğin ana vatanı olarak kabul edilen ülkemizde de bu durum geliştirilebilir.

Milli değer ilan edilmiş olan Tiftik Keçilerinin Osmanlı’dan bu yana yurt dışına çıkartılması yasakken iyi kalite tiftikli iplik ve ürünleri İspanyollar’dan, Afrika’dan ya da Amerika’dan edinebiliyor olmak tekstilci ve sürdürülebilir kalkınma girişimcisi olarak görmezden gelebileceğim bir durum değil. Osmanlı zamanında yurt dışına çıkartılmış bir miktar Ankara keçisi başka cins keçiler ile çiftleştirilmiş, saf cinsi başkalaşmış. Dolayısıyla ari ırk olarak tanımlanan Türkiye’deki Ankara Keçilerinin son on yılda biraz daha kıymeti bilinmekte. 2008’de Nesli tükenme riski olan hayvanlar arasında listelenmiş olmaları, hayvan yetiştiricilerimize destek ve teşvikler sağladı. Fakat, maalesef köylerimizin mahalle statüsüne alınması, mera alanların her geçen gün daha da azalmasına sebep olmakta ve tiftik keçisi yetiştirmek günbegün güçleşmekte. Üstelik ülkemizdeki yetiştiriciler tiftiği Tiftik Birliğe 3 dolara satmaktayken, dünya piyasasında en az 30 dolara satılmakta. Ankara’nın vadilerinde bin bir zorlukla işini yapmakta olan üreticinin hakkı korunmalı. Sorgulanması gereken bir diğer açıdan bakacak olursak; ülkemizde üretilen tiftiği edinmek ve ipliğe/ürüne dönüştürmek için alınan yolda üreticilerin maruz kaldığı durumlar. Örneğin Tiftik Birlik’ten edinilen tiftik balyalarından nasıl oluyor da bir tek denyesi kalın elyaf çıkıyor? Kıymetli Tiftiğimizin ince denyeli, elverişli kısmı nereye ayrılmış? Ne sebeple? Ne şekilde?

İplik üreticileri Tiftik Birlik’ten edinilen elyafı gördüğü an makineyi kapatıyor. Bu kalın denyeli tiftik elyafı ile bir tek halı yapılabilir nitelikte iplik olabilir zannediliyor! Yaşını almış inatçı keçilerin kalın ve dirençli elyafını elverişli bir ipliğe dönüştürmek ve triko bandında işlenebilirliğini sağlamak hiç kolay değildi. Hatta İstanbul’daki en tecrübeli iplik üreticileri tarafından bile imkansız denilmişti, defalarca Uşak’a gitmem gerekti… Uşak’taki geri dönüşüm iplik üretimini ticarete dönüştürmüş dolandırıcılar var, çok dikkat edilmeli. Her tepesinde Ankara keçisi çiftliği yada her bi köşesinde tiftik üretim merkezleri görmemiz gereken Ankara’da iplik üreticiliği zaten yok. Tiftik Birlikten kaba kırkım halinde alınan kirli tiftiğin yıkanması, taranması ve iplik yapım aşamaları için gereken işlemlerdeki enerji kaybı (nakliyesi, elektirik, su vb) inanılır gibi değil.

Oysa tekstil üretiminde oldukça aktif durumdayız; nasıl oluyor da Tiftikli üretimler ile dünya markası olabilmiş yerli firmalar henüz yok? Bilemiyorum… Ankara Keçilerimizin özgün tiftiğinin hak ettiği yeri bulması için, lokal üretimleri destekleyebilir bir takım sektörel araştırmalara koyuldum. Oğlaklardan kırkılan zaten karaborsa gibi… dünyadan rağbet görüyor, kırkımdan önce bile alıcısı belli… Yerli markalar bünyesinde Tiftik kullanım oranı ortada; yabancı markalar bünyesinde üretimlere dönüştürülüyor.



Pek çok zorluğa rağmen pes etmeyip, harman içeriğini zenginleştirerek, farklı nitelikte iplikler oluşturduk, 2020 koleksiyonumuzu erişkin Ankara Keçisi iplikleri ile meydana getirdik. Yaşlandı ve artık tiftiği fazla gelir sağlamıyor diye kesilen keçilerin, kıymetini gözler önüne sermekten, ömürlerinin dokunulmazlığını koruyabilmek adına erişkin tiftiğini gündelik yaşantılarımıza taşımış olmaktan mutluyum. Tiftikli üretimlere özendirici koleksiyonlar oluşturarak; bu değerin sanayimizde daha çok yer bulmasını arzulamaktayım. Hala tiftikli iplikler ve tiftikli ürünlerde Türkiye olarak markalaşabildiğimizi söylemek pek mümkün değil, dolayısı ile ürettiğimiz iplikleri diğer markalara aktarmaktan da mutluluk duyururum. Kaboom benzersiz ürünler yaratmak maksadı ile kullandığı yöntem ve iplikleri saklamak değil, seve seve yaymak misyonu ile ilerleyen bir tasarım şirketidir. Tiftik, ne kadar çok üretimde yer alırsa hem keçilerimiz, hem üreticilerimiz, hem kıymetli halkımızın yaşantısı da o denli refaha kavuşabilecektir diye düşünüyorum.



Sohbetimiz süresince sizden vurgulayarak duyduğum kavramlardan biri de “Sürdürülebilirlik”... Bu kavram sizin yolunuz için neyi ifade ediyor, Neleri kapsıyor, Nelerden uzaklaştırıyor?

Bir ürün oluşturulurken bir tek kullanılan ham madde önem taşımıyor; ham maddenin işleniş aşamalarında tercih edilen yöntemler ve yardımcı maddeler, uğruna tüketilen elektrik/su, iş gücü, nakliye, paketleme gibi unsurların hepsi önem taşıyor. Hatta bir ürünün “ayak izi” o ürünün satışı ile de bitmiyor, kullanım ömrü bittikten sonra, dünyamızdaki çöp yığınlarında işgal ettiği yer bile çok önemli. Hiç bir madde yok olmuyor; dönüşüyor. Bir ürünün ‘yaşam halkasında (yani var edilişinden itibaren) dünyamıza ne gibi etkileri oluyor? İşte tüm bu aşamaları geniş perspektifte gözetebildiğimiz vakit, sürdürülebilirlik için gerekli olan kavrayışa erişebiliyoruz. Popülerleşmiş ‘organik’ etiketi altında sunulan pek çok ürün oluşumunda ne yazık ki bu aşamalar gözetilmemiş durumda ve gerçek anlamda sürdürülebilirlik ilkelerinden noksan.



Kaboom Tasarım A.Ş. bünyesinde oluşan tüm ürün ve servisler için hedeflenen, henüz kavuşamadığımız ama zamanla idealine olabildiğince yaklaşarak ilerleyebilen, bir grafikle projeksiyonlandırılabilir. Sektörde işleyen sistem içerisinde var olabilmek için gerçekçi hedefleri adımlamak ve güçlendikçe ideale daha da yaklaşarak tekrar tekrar yapılanmak gerekiyor. Hiç bir şey bir anda olamıyor. Varılmak istenen hedefi net ve sağlam bir şekilde önümüze koyunca, dış etkenler insana yolunu kaybettirmiyor. Esnek bir yapıda ilerlerken bir taraftan da belli mutlak değerlerden ödün vermemek gerekiyor. İnsan hakları gibi, hayvan hakları gibi yada yer küreyi delik deşik etmemek, dünyamıza olabildiğince az atık ve zararlı madde katmak gibi, güven inşa etmek gibi vazgeçilmez değerler bahsettiğim…

Kaboom Tasarım henüz yolun çok başında. Henüz sınırlı adetlerle, Ankara keçilerini yüceltebilecek nitelikte ve boyama uygulamalarında ise ülkemizdeki zirai atıkları bir ekonomik değere dönüştüren, doğaya zararsız yöntemlerle renklendirilen ürünler dünyaya getirmekte. 2021 koleksiyonumuz ağırlıkla doğal boyama olacak. Mümkün olabildiğince ülke kalkınmasına olumlu etki edebilecek temelde adımlıyoruz. Kaplumbağa hızındaki bir ahtapot misali :) ama keçi gibi de inatcı/kararlı. Diğer firmaların aksine, ürünlerimizi ve doğal boyama metodlarımızı şirket özelinde saklı tutmuyoruz. faydalı bilgileri ve çeşitli uygulama videolarını blogumuzda paylaşacağımız için mutluyum. Dolayısı ile yöntemleri geliştirilmeye açıyoruz; Ürün renklendirme metodlarını tüm diğer markalar, arzu eden her nihai kullanıcı uygulamayı tercih ettikçe, faydalı bilgilerin insanlık namına yerine iletilmesi, yayılması ve geliştirilmesi daha mümkün olabilecektir.



Köylerimizdeki badem, ceviz gibi hasat sonrası nakliye masraflarına yol açan zirai - boyar atıklar bölgelerinde ve sistematik olarak dönüştürülürse yadsınamaz bir gelir kaynağına dönüştürülmüş olur. Doğal boyama yöntemleri uygulanabildikçe ve daha yaygın kullanıldıkça çiftçimiz de memleketimiz de parçası olduğumuz dünya vatandaşları da kazançlı çıkacaktır. Sanayi atıkların Atmosferimize daha az zehir yaymaları için gerekli yapılanmalar desteklenmelidir. İnanıyorum ki tüm dünya insanları, siyasi haritalarla çizilmiş sınırların zemininde var olan ve aslında bir ve tek olan dünyamızı daha uygar ve adil, daha yaşanılabilir kılma potansiyelindedir. Gelişen teknolojileri ve doğanın döngüsünü faydalı yönde kullanabildikçe daha sürdürülebilir yaşamlara kavuşabileceğiz. Kaboom Tasarım faydalı yöntemlerin yaygınlaşması için çalıştıkça tekstil sektöründeki varlığı yerini bulabilecektir.

Olabildiğince doğal içerikle harmanlanan Tiftik iplik üretimlerimizi ve bir kaç güney köyümüzde istihdam yaratabilme potansiyelindeki doğal boya üretimlerimizi vede ürün boyama uygulamalarımızı bir önceki deneyimlerde edinilen tecrübeler ile yapılandırarak tekrarlamaktayız. Diğer kuruluş ve kişilere de esin kaynağı olabilmesi, başkalarınca daha da ilerletilmesi umuduyla tecrübelerimizi aktardığımız atölyeler(workshoplar) düzenlenmekteyiz. Bir taraftan da battaniyelerimizi Beyoğlu’ndaki 8 odalı butik konukevimiz; Kaboom Guest House’da yabancı turistlerin kullanımına sunarak, ürün geliştirme çalışmalarınızı birebir kullanımları esnasında irdeleyerek geliştirmeyi arzu etmekteyiz.



Ürünlerinizi renklendirmek için doğal boyamalar kullanıyorsunuz, ama bir taraftan tekstildeki teknolojik yenilikleri takip etmekte olduğunuzu da biliyoruz; Digital yazıcıyla yaptırılmış ürünleriniz de var vitrininizde. Tekstildeki teknolojik gelişim, üretimlerinize nasıl yansıyor? Yapay zeka, makine öğrenmesi gibi alanlar sizce marka farklılaşması, tedarik zinciri ve ürün inovasyonu gibi kritik aşamaları nasıl etkileyecek?

Tabii, üretimlerimizde tek bir renklendirme yöntemi kullanmıyoruz. Kimi Digital Print yöntemler, diğer sanayi boyama metodlarına göre çok daha az kimyasal atık bırakmakta. Doğal elyafa uyumlu digital print makine parkurlarıyla, Shima Seiki ürün geliştirme çalışmalarımıza katkı verebilmekte. Sanayide sıklıkla kullanılan boyama yöntemlerini uygulayarak, birebir analiz edebilmek önemli. Seri üretimlerde uygulanan aşamaları sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde süzgeçten geçirebilmek bu vesileyle mümkün oluyor. Hangi aşamalarda, ne gibi olumlamalar gerçekleştirilebilirse henüz kendi üretimlerimiz üzerinde deneyimleyerek not etmekteyim.



Güç dengeleri değişiyor. Son teknolojik devrim ve nesnelerin interneti yaşamlarımızı yapılandırmaya başladı; çağ atladık. Buna rağmen Dünya’mızdaki temel sorunlar halen artmakta. En temelde, içilebilir/tatlı su sorunu ön sıralardaki tehditlerde. Ve her geçen gün insanlığın gözü önünde işlenen pek çok kitlesel insanlık suçuna seyirci kalmakta oluşumuz da güven erezyonunu büyütmekte… Levis gibi teknolojik gelişmeler ile yapılanan şirketler su tüketimlerini ve üretim maliyetlerini çok büyük ölçüde azalttılar. Bir taraftan da akıllı sistemler ile makinaların enerji tüketimleri daha kontrollü yapılandırılmakta, maddi kayıplara sebep olan çeşitli aksaklıklar da oluşmadan ön görülmekte ve engellenebilmekte. Sağlık sigortası, yemek, ulaşım gibi çalışan insan masraflarını eliminize eden; 7 gün 24 saat çalışabilir potansiyelde olan robotlar ve üretim bantlarındaki yeri gün be gün artmaktadır. Teknolojik yapılanmalara bütçesi yeterli olmayan şirketler için yada çağa ayak uydurmaktan geri duranlar için sektörel rekabet edebilirlik gittikçe imkansızlaşmakta. Ekonomik gücü yerinde olan şirketler daha da kalkınmakta ve piyasaya hakim olmaktalar. Çağa ayak uyduramayan bireyler, kuruluşlar, şirketler ve ülkeler hızla gerilemek durumunda.

Tıpkı yara alan derimizin doku yenilemesi gibi yırtığını kendi onarabilen kumaşların oluşturulduğu, yada eklemlere yerleştirilen akıllı çipler ile yürüme engelli insanların yürümesini hatta dans edebilmelerini sağlayan giysilerin var edildiği bu çağda, zirai atıklar; “kabuk-çar-çöp” ile neden uğraşıyorum, bunu açıklayabilmek isterim; Dedelerimizin, nenelerimizin iptidai olarak uygulamış olduğu bazı kullanışlı ve faydalı yöntemlerin hatırlanması, mümkünse geliştirilerek ve sistemli halde kimi bölgelerde uygulanabilmesi; yüksek bütçeli teknolojik yapılanmalara gücü yetemeyecek olan üreticilerimizin değişen güç dengelerinde varlığını koruyabilmesi için bir alternatiftir. Giderek artacak olan ekonomik baskıya rağmen üreticilerimizin ve ülke ekonomimizin kalkınabilmesi mümkün. Muhakkak belirtmeliyim; doğal boyama (natural dye) esnasında hiçte öyle lanse edildiği gibi aşırı miktarlarda su tüketilmiyor. Doğaya zararlı tuzlar ve kimyasallarla uygulanmadıkça zararsız üretimlere gebe. İlaveten bu yöntemin sanayi boyamalarının yani çok çok yüksek adetli üretimlerin yerini alması ise olası bile değil; Her gün artan insan nüfusuna yeterli miktarlarda doğal boyar madde edinmek elverişli bir yaklaşım değil. Halbuki, doğal boyama yöntemleri kendi bölgelerinde ve sistematik olarak planlanırsa, ekonomik olarak başa çıkılamaz bir rekabet zinciri ile baskılanmış çiftçilerimize ilave gelir kapısı açılabilir.



Anladığım kadarıyla, ürünlerinizi vitrine koymak adına son aşamalara geldiniz? Ürünleriniz nerelerde satışta olacak? Bu süreçte bir yatırımcı arayışınız var mı?

Son 15 senedir yürüttüğüm projeler ve araştırmalar vesilesi ile hayat karşıma hem ülkemizde hem de yurt dışında çok kıymetli insanlar çıkarttı. Bana zamanını ayıran ve inanan herkese gönülden teşekkür ederim. Yılmadıysam onların güvenini boşa çıkarmamak içindir. İsveç’de çok çeşitli ülkelerden insanlarla bir arada bulunduğum süreç beni çok geliştirdi; hangi ırk olursa olsun erdemli insan her millette nadide. Bulunca hakikaten değerini bilmek gerek. Bireylerin kıymetli desteği yada sponsorluklar alarak değil de kendi ekonomik sürdürülebilirliğini var eden bir yapıda çeşitli olumlamalar gerçekleştirebilmek mümkünse, başarabilmeye yönelmek gerek.



Kaboom 5. senesini tamamladı ve kendi ayakları üzerinde ilerleyen bir şirket. Yatırımcı değil ama çözüm ortakları ile beraber ilerletmek istediğimiz, altyapısı hazırlanmış projelerimiz var. Bir tek Kaboom ile amaçlanan sektörel girişimleri işler sistemlere adapte edebilmek olası değil, dolayısı ile İsveç’ten döndüğüm sene İhracatçılar Birliği ile görüşmüştüm. Markalar Birliği ve ardından da öncü girişimci olabilecek markalar ile temasa geçmemiz söz konusu olacak. Ama bir takım girişimlerden daha öncelikle Kaboom’un kurumsal varlığını anlaşılır bir şekilde ortaya koymak ve üretimlerimizi daha da sistematik bir platforma taşımak gerekli. Ankara keçisi Tiftiği nekadar rağbet görürse, ve yaşını almış keçilerimizin de tiftiği nekadar kıymet görürse o denli mutluluk verici. Dolayısı ile çeşitli markaların kendi etiketleri altında da üretimlerimizle karşılaşabileceğiniz gibi, iplik ve ürünlerimizi sanal mağazamızdan da (kaboommohair.com) edinebilirsiniz.

Bu kış vitrine koyduğumuz ürünlerimiz şal, battaniye, bere ve çorap ve sınırlı sayıda eldiven. Blog paylaşımları üzerinden ise faydalı bilgilere, uygulanabilir doğal renklendirme yöntemlerine ulaşmak mümkün olacak. Ürünlerin tüketici ile temas yeri olarak kurgulanan Beyoğlu’daki şubemiz; Kaboom Guest House’da konaklayan yabancı turistlerin battaniyelerimizin kullanımını deneyimlemesi mümkün. Konuk evimiz ürün geliştirme çalışmalarımıza ivme verebilmekteyken, Bomonti şubemizde ise; iplik yada koleksiyon talep edebilecek müşterilerimize mutfağımızı açtığımız butik bir tasarım ofisi. Kendi koleksiyonlarına tiftikli üretimler eklemeyi arzu eden firmaları iplik ve renk kartelalarımızı, ürün ve modellerimizi sunduğumuz tasarım ofisimize, Bomonti’ye davet ediyoruz.



Sizin İnzumca felsefeniz üzerinden orta okul öğrencilerine verdiğiniz tasarım ve sanat malzemelerini kullanma atölyeleri de vardı. Nedir İnzumca ve şimdiye kadar çocukları etkiledi mi? Bundan sonra o proje ile bir etkileşiminiz olacak mı?

İnzumca 2005’te yazmış olduğum masal ile adaş olan, 2008’de başlattığımız naif bir proje idi. İnzumca masalından esinlenerek sayısı etkinliğe ve zamana göre değişen ortalama 90 güzel gönüllüyü buluşturduk; Çeşitli fakültelerden sanat ve tasarım hocalarımız da karma sergilerimize katılarak katkıda bulunmuşlardı. Sanatçı arkadaşımızla o yıllarda rastlanmayan nitelikte ve ücretsiz eğitimler verdik ve sergiler, teatral gösteriler gerçekleştirdik. Günümüzde pek çok sanat atölyesinin ve benzeri eğitimlerin yaygınlaştığını görmek mutluluk verici. Masalın devamı olan ve hayvanların gözünden kaleme alınan İnzumca hikaye serisi ise hazır hissettiğim bir zaman illaki yayınlanacak… O kadar çok şey yaşanıyor ki dünyamızda ve ülkemizde, henüz o dinginlikte hissetmiyorum.

Artık İnzumca projesi ancak esin kaynağı niteliğinde olabilir; Kültürler, uluslar arası etkileşim amacı ile kurulmuş olan Beyoğlu şubemiz, bir görsel diyalog projesine ev sahipliği yapabilecek yapıda. 2008’den bu yana, kaymakamlıkların da onayı ile ülkemizdeki bir kaç orta okul ve yurtta, ve eski Sulukule yada Beyoğlu- Sururi Mehmet Efendi gibi bazı mahallelerde düzenlemiş olduğumuz atölyelerde, katılımcı çocukların oluşturduğu bazı görselleri arşivledik. Sürdürülebilir bir perspektifle ve master tezim destekli kurgulamış olduğum bir ürün halkasını tasarlarken, İnzumca vesilesiyle toplanan görsel arşivden de esinlendik. Söz konusu ürünlerden edinilecek kar, genç insanları düşündürme maksatlı çalışmalarımızı destekleyecek. Dünya gençlerini, sorguladığımız kavramlar üzerine görseller üretmeleri için teşvik etmek, onları heyecanlandırmak yada kimi zaman rahatsız etmek, ama en nihayetinde düşündürmek amaçlı kısa filmler oluşturmak için masrafları karşılayacak. Ekonomik kaynağını kendi sağlayan bir proje kurgulandı. Ürünlerinin kullanıcıları ise; genç insanların sorgulayışını yansıtmamızı ve yaklaşımlarını günümüz yaşamlarına katmamızı desteklemiş olabilecekler. Arzu edenler kendi fikirsel veya fiziksel üretimlerini de bu dialog portalının akışına katabilecekler. Yaratıcılığı beslemek amacı ile çalışabilecek bir sistem.



Yaratıcılık, üzerine eğildikçe problem çözme yetimizi geliştiriyor. Problemler içerisindeyken kapılabileceğimiz öfke yada çaresizlik benzeri duyguları olumlu bir eyleme yöneltmemize ve kendimizi boşuna tüketmek yerine, üretken olmamıza yol-yordam sağlıyor. Bu iki sebebin de başlı başına çok önemli yeri var benim yaşantımda. Beni orta okul lise çağımdan tanıyanlar, haksızlıklara karşı oldukça tepkili bir gençliğim olduğunu hatırlayabilirler. Resim yapmaya başladıktan sonra ve özellikle de güzel sanatlar fakültesine geçmemle birlikte yaşantım da aydınlanmış oldu. İnzumca Projesi, üretebilme ehliyetini benzer hassasiyetteki genç arkadaşlarımıza da aktarabilmek amacı ile gerçekleştirdiğimiz empirik araştırma süreci idi. Özünde hedeflenen genç arkadaşlarımızla birlikte yapabileceklerimizi denemekti.



2008- 2013 sürecinde, gerçekleştirdiğimiz sanatsal malzeme kullanımı atölyelerine katılmış olan katılımcıların bir kısmı bu gün 23 yaşlarında. Günümüz gençleri oldular ve bu genç arkadaşlarımızın da insiyatif alabileceği deneyimler yaşamayı çok isterim. Sayısı çok da kayda değer olmamakla birlikte, bir kısım genç insanın yüreğine güzel tohumlar ekmişiz, bizzat kendilerinden öyle duyuyorum. O tohumların filizlenmesine, genç arkadaşlarımızın yaşamı ve dünyamızın içinde yaşanan durumları kavrayışlarına katkı verebilmemizi arzu ediyorum. İnternetin sunduğu iletişim ve eğitim olanakları birlikte sorgulamak için de birlikte üretmek için de müsayit. Öncelikle sağlam basan kurumsal varlık olarak yapılanmak gerekmekte ki sürdürülebilir kalkınma girişimlerine katkı sağlayabilir bir takım projeler sistematik yürütülebilsin… Kaboom Tasarım A.Ş. Sürdürülebilir Kalkınma Girişimlerini destekleyen değerler için çalışmak misyonu ile kurulmuş bir tasarım şirketidir.

Herkesin gidiş yolu benzersiz bir durum arz etse de kendi deneyimlerimizi ve engelleri aşma iradenizi ortaya koyduğunuzda, aynı alanda ilerlemek isteyen gençlere ve çocuklara tavsiyeniz ne olur?

Tavsiyeler vermek pek huyum değil aslında, ama fırsat buldukça düşündürmeyi seviyorum. Görseller ile, ürünler ve hikayeler ile desteklenen bi sorgulayış yöneltiyorum. 2005’de İnzumca Masalını yazdıktan sonra yola koyulduğumdan bu yana gözünün ferine baktığım çocukların ve genç insanların sayısı 1000’i aşmamıştır. Ama onlara söz söylemekten çok, onlarla birlikte düşünmeyi seçtim bu zamana kadar hep. Bulduğum her fırsatta da dünyanın farklı taraflarında, başkaca kültürlerde yaşıyor olan gençlerin gözünden, yeni bir başka insan’a vardım. Genç insanların kitlesel kodlamaları fark etmelerini, dayatmalardan kendilerini koruyabilmelerini arzuluyorum. Adil ve gerçekçi, hür bir iradeyle kendi varlığını irdelemek kolay değil. İçine doğduğumuz toplumların değer yargılarını anlayabilmek, ama tüm kültürlerin yaşamı algılayışındaki farklılıklara açık olabilmek, bir o kadar da kendi varlığımızı ortaya koyabilmek bahsettiğim… Kolay değil. İnsanlığa kıymet vermek, insanın kendisine de saygı ve sevgi duymasını besliyor. Sakızlardan çıkan pembe puntolu ‘sevgi’ değil ama dediğim; emek sarf ettiren, özveri gerektiren, cesaret isteyen… Tüm diğer canlıları da kendimizi de aldatmamamızı gerektiren, kendimiz ile kavrulmamızı gerektiren bir sevgi. Dolayısı ile varlığını anlamaya ve geliştirebilmeye dair duyulan coşkuya kavuşuyor insan.



Sıklıkla, “istediklerim samimi arzularım mı?” diye sorguluyorum. Her hangi bir hedeflenen yerini bulunca, bu durum bizi de mutluluğa kavuşturacak, öyle ya… Peki hakikaten öyle mi oluyor? Herkes öyle yapıyor diye ilerlediğiniz kulvarlarda, gidişat rayındayken bile hissedilen mutsuzluklar yaşamamak için ‘arzuladığımızı zannettiklerimiz’i ayırt edebilmemiz önemli. Mutluluk ne ile ölçülendiriliyor, yada geçici bir takım hallerden mi ibarettir mutluluk denilen? Bizi doyuma kavuşturamayacak temeller üzerine ufak mutluluklara kavuşmak mı gerçekten ihtiyacını duyduğumuz? Temel ihtiyaçlarımızı doyuma ulaştırabilir bir yaşam mı kurguluyoruz? Temel derken, ne gibi/hangi ihtiyaçlar en temel olanlar mesela? Farkında olmadan, kendimizi içinde bulduğumuz bir takım roller, gereklilikler, eksikler listesini kovalıyor olabilir miyiz acaba? İnsan elekten kendisini geçirdikçe, mutluluk ve başarıdan anladığı da farklılaşıyor olabilir. Sonucu olumlu yada olumsuz olsun her girişim bizlere donanım katan deneyimler halbuki ve deneyimleyebilirsek sabretme=vazgeçmeme hali, zaten başlı başına bir başarı. Halbuki, pek çoklarının ‘başarı’ olarak addettiği, tıpkı diğer pek çok kavram gibi, içi boşaltılmış ama üzeri cilalanmış olabilir. Bu durumda da düşünmeden bir amacı benimsemek bizleri ilerletmekten çok öteye, patinaja sürükleyebilir. Yaşantılarımız, bizim biricik tasarımlarımız olmabilmeli oysa ki.



Tasarımcı veya değil her birimiz, zihinlerimizin yaratıcılığını geliştirdikçe problem çözme kabiliyetimiz de gelişiyor inanın. Lütfen yaratıcılığımızı geliştirmeyi, yaşantımızı tasarlamayı ciddiye alalım. Varlığımıza emek sarf edelim. Genç arkadaşlarım tasarım eğitimi almayı seçtikçe çok mutlu oluyorum. Tasarımcı olmanın en heyecanlı tarafı artarak süregelen problemler hakkında faydalı çözümlemeler üretebilmek. Çok dinamik zamanlardayız, geleceğin yapılanmakta olduğu, çağ atladığımız bu önemli süreçte tasarımcı arkadaşlarımızla, geleceğin daha başarılı tasarlanmasına katkıda bulunabiliriz. Güzellikler doğurabileceğimize inancımız tam olsun lütfen; Esaret tam da yaratabilme inancımızın yitikliğinde kök salabiliyor.

[old_news_related_template title="İzlanda'daki ilk 34 plakalı Türk fotoğrafçının sıradışı yolculuğu" desc="Cenk Demirgüç, 1982 doğumlu, Bilgi Üniversitesi Uluslarası Finans bölümü sonrası Kaliforniya San DiegoÜniversitesi'nde MBA yaptı. Aile şirketi olan, bir kimyasal hammadde şirketinde çalışıyor. Cenk'in instagramda 150 bini aşkın takipçisinin ilgi konusu ise çektiği fotoğraflar, gezdiği yerler..." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2019/11/08/iecrop/121424_16_9_1573200142.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/seyahat/izlandadaki-ilk-34-plakali-turk-fotografcinin-siradisi-yolculugu/"]