Kıssa bu ya: Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:

“Kimsin?”

“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:

“Sen kimsin?”

“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.

“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Hoca.

“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış.

“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş.

“Daha daha sonra?”

“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp:

“Hiç.”

“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin hiçlik makamdayım.”

İNSANLIK KENDİNE İHANET ETTİ

Her kavram zıddıyla kaimdir; her haslet de. İnsanın en kötü tutkularından biridir hırs; onu kanaat ile dengeleyemeyenler hem kendilerini yer bitirirler hem başkalarını. Eski kavramlardan muvazene, vezin kökünden gelir; vezin ölçüdür, dengede olmaktır, dengeyi sağlamaktır. Dengenin sağladığı ve dinlerin de felsefenin de ahlakın da vazgeçilmez olarak gördüğü “ölçülülük” insanca yaşamanın vazgeçilmez koşuludur.

İnsan ne yazık ki dengeyi, ölçülülüğü yitirdi. Olup biten olumsuzlukların arkasında bitmeyen hırslar, tükenmeyen arzular yatıyor. Toprağına ihanet etti, suyunu-havasını kirletti, nemelazımcılığıyla kötülerin ekmeğine yağ sürdü günümüz insanı. İyi olan her şeyi kolayca harcadı, israfı baş tacı etti. Ve artık dünya alarm veriyor. İnsan kaynaklı etkiler nedeniyle, iklim değişikliği yeryüzünü ciddi oranda etkiliyor. Giderek artan çılgın tüketim, doğal kaynakları bir bir yok ediyor: Depremler, savaşlar, her geçen gün artan ölümcül hastalıklar ve tüm dünyayı sarmak üzere olan corona virüs. Tedirgin, mutsuz, ne yapacağını bilmeyen milyonlar. Elleriyle hazırladıkları felakete doğru yürüyorlar adeta: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı sonuçlarını onlara tattıracaktır.”(Rum/41)

BİR FIRSAT İKLİMİ: ÜÇ AYLAR

İsveç düşünürü Macintyre “modernite ile birlikte artık bütünlüklü bir yaşam kavrayışına sahip” olmadığımızdan bahseder. Zira modern kültür, yaşamı bütünlüklü bir yapıda ele alacağımız anlayıştan uzaktır; nedeni de “teleolojik” bir yaşam anlayışını dışlamıştır. İnsanın varlıkla/tabiatla olan ilişkilerinde hangi iyiye neden öncelik vermesi gerektiğini sorgulamaması ya cehaletinden ya da gafletinden olsa gerek. Bu noktada dünya insanlığının fotoğrafında nesnel, rasyonel bir ahlaktan bahsetmek neredeyse imkânsız.

İşte bu duygular ve düşünceler içinde, kültürümüzde Müslümanların hayatında önemli bir yer tutan üç aylara giriyoruz. Varlıkla olan ilişkilerimizi sorgulamamız noktasında bir fırsat; şaşırmış, sıkılmış, huzursuz, bir ümit arayan gönüllere deva belki de bu zaman aralıkları. Hz. Peygamber’in ifadeleriyle, rahmet, mağfiret ve bereket vesilesi olan kandil gecelerini ve Kur’an ile bütünleşen Ramazan ayını da içine alan bu aylar, toplumsal birliğimizi gözden geçirmemiz için de bir umut teşkil etmeli.