Gazeteci, televizyon habercisi ve yazar Osman Balcıgil’in Destek Yayınları’ndan çıkan ‘En Hüzünlü Eylül adlı’ romanı büyük ilgi görüyor. 65. yıldönümünde 6-7 Eylül olaylarını yazar Balcıgil’le konuştuk. İşte, “Anlattım ve ruhumu kurtardım” diyen ünlü yazarın tarihe ışık tutan açıklamaları.

- En Hüzünlü Eylül adlı romanınızda neden 6-7 Eylül Olayları’nı seçtiniz?

Nedeni, ülkemizin henüz bu meseleyle gereken hesaplaşmayı ve yüzleşmeyi yapmamış olmasıdır. Geçen 65 yılda bu hesaplaşmanın yapılmış olması gerekirdi diye düşünüyorum. Ne yazık ki, hâlâ bir sis perdesinin arkasında gizli tutuluyor.

KIRILAN KOL İYİLEŞMEZ

- Bu olay hiç mi sorgulanmadı?

Olayların öncesi ve sonrası, hatta 1960’ta bir dava konusu haline geldiğinde bile, sorulması gereken asıl sorular sorulmadı. Hem siyaset insanları hem devlet adamları hem de tarihçilerin büyük bir kısmı bu “büyük dramı” itinayla halının altına süpürdüler.

1955’te İstanbul’da Rum azınlığa karşı toplu saldırı gerçekleşmişti. Osman Balcıgil, ‘En Hüzünlü Eylül’ adlı romanında bu karanlık olaylara ışık tuttu.


- Sizin değerlendirmeniz nedir?

“Kol kırılır yen içinde kalır” atasözündeki gibi. Kimileri bunun bir erdem olduğuna inanabilir. Ben inanmıyorum. Yen içinde kalan kolun iyileşmeyeceğini ve tekrar tekrar kırılacağını düşünüyorum. 6-7 Eylül, Türkiye toplumunun kırılan ve tedavi edilmek yerine yen içinde saklanan koludur.

YOK ETTİĞİMİZ MİRAS!

- Araştırma yaparken nelere yoğunlaştınız, hangi kaynaklardan yararlandınız?

Öncelikle, Türkiye toplumunu bu noktaya getiren nedenleri anlamaya çalıştım. O zamanlar İstanbul nüfusunda önemli bir ağırlık oluşturan Rumlar’ın gündelik hayatımızdaki yeri ve Türkler’le olan ilişkileri üzerinde durdum. Kozmopolit bir şehir olan İstanbul’da yaşanan gündelik hayatı gözler önüne sermeye çalıştım. 1955 Eylül’ünden sonra bir daha eskisi gibi asla yaşanmayacak. Kozmopolit kültürün İstanbul’a aslında ne çok yakıştığını, yok ettiğimizin esasen kültürel mirasımız olduğunu hissetmeye, hissettirmeye çabaladım…

DÜNYADA TEK DEĞİLİZ


“Bu tür utanç verici olayları yaşayan bir tek biz yokuz kuşkusuz. Amerika, kızılderililere ve siyahilere yaptığının acısını hissetmek zorunda; İngilizler, İspanyollar ve Hollandalılar’ın yaptığı sömürgecilik ve köle ticareti hatırlanmalı. Fransızlar’ın Cezayir’de yaptıkları tarihin en kanlı sayfalarında yerini aldı. Bundan sonra doğacak bütün Fransızlar da bunu hatırlamalı, bilmelidir.

“UZUN yıllar gazetecilik ve televizyonculuk yaptıktan sonra romancılığa başladım. Birçok araştırma kitabı yazdım, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, tarih ve toplum gibi dergilerin mutfaklarında bulundum.”

BEN YARATTIM AMA GERÇEK...


Suzan ve Yorgo da yarattığım karakterler oldu ama sırıtmadı hiç. 60’lı yılların sonlarına doğru ve 70’li yıllarda, benim bizzat tanık olduğum aşk hikâyeleri oldu. Birçok arkadaşımın ya kız arkadaşı ya da erkek arkadaşı Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. Büyük acılar yaşadılar. Onların acılarına, birinci elden tanık oldum. Suzan ve Yorgo’nun hikâyesi bir tarafıyla da alabildiğine gerçektir.

CEZALAR YERİNE ONLARI YÜCELTTİK


Genel anlamda Türkiye toplumu 6-7 Eylül Olayları ile ilgili olarak hiçbir zaman kendisini huzura erdiremedi. Ülkeler, toplumlar, tarihleriyle hesaplaşmak zorundadırlar. Bunu laf olsun diye yapmazlar. Bu vasıtayla, bir daha aynısını tekrarlamamak üzere kendilerine ve tüm dünyaya söz verirler. 6-7 Eylül’le hesaplaşıp, ders çıkarabilseydik Çorum, Gaziantep ve Maraş’ta Alevi yurttaşlarımızın başına gelenler yaşanmaz, Sivas’ta bir otel dolusu aydın ateşe verilmezdi. 6-7 Eylül’de rol alanları cezalandırmak yerine yüceltmeye kalktık.