Uzun süredir unutmuş olduğumuz deprem gerçeği, 30 Ekim’de yaşanan Ege depremiyle bir kez daha kendini hatırlattı. 115 vatandaşımız hayatını kaybetti, 1034 kişi yaralandı ve binlerce insan evsiz kaldı. Hayata tutunan küçücük çocukların mucizesi sayesinde duygu dolu anlar yaşadık. Birkaç gün içinde her şey unutuldu; sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ölenler öldükleriyle kaldılar; geride kalanlar, gidenlerin acısıyla. Ancak Türkiye olarak hiç unutmamamız gereken bir şey var: Biz bir deprem ülkesiyiz

İzmir depreminin de etkisiyle 'çök kapan tutun' yöntemi ve 'hayat üçgeni'ni oldukça sık duyar olduk. 'Çök kapan tutun' yöntemi hedef küçülterek korunma çalışmayı ifade ediyor. 'Hayat üçgeni' ise olası bir yıkılma durumunda bina içinde oluşan yaşam alanlarını belirtmek için kullanılıyor. Peki bu iki kavram arasındaki fark ne? Deprem esnasında ne yapmak gerekiyor?

Mahalle Afet Gönüllüleri (MAG) Genel Koordinatörü Hüseyin Karadayı hayat üçgeninin deprem anında nasıl oluşacağından tamamen emin olunamayacağını söylüyor. Sadece hayat üçgeninin yaşama tutunmak için yeterli olmayacağını belirtiyor. AKUT İstanbul Operasyon Ekip Lideri Serhat Akbel ise, “Hayat üçgeni dediğimiz şey, devrilmeyen eşyaların yarattığı bir boşluk. Bu boşluğa denk gelirseniz hayatta kalıyorsunuz. Ancak bu düşük bir olasılık çünkü düşen herhangi bir şey, 10-15 santimetre sağda, solda veya ileride olduğunuzda hayatta kalamazsınız” ifadelerini kullanıyor.

Dünyanın önde gelen arama kurtarma kuruluşları ise, insanlara ‘çök kapan tutun’ yöntemini öneriyor. Aslında işin özeti şu: Deprem olmadan devrilecek eşyalarınızı sabitleyin, deprem olunca mümkünse hareket etmeyin ve sağlam bir eşyanın yanında 'çök kapan tutun' yöntemini uygulayın.

‘HİÇBİR YÖNTEM TEK BAŞINA HAYATINIZI KURTARMAZ’

MAG İstanbul Koordinatörü Hüseyin Karadayı, “Deprem konusunda birtakım bilgiler toplama olarak insanlara sunuluyor. Sanki ‘çök kapan tutun’ ya da ‘hayat üçgeni’ insan hayatını kurtaracakmış gibi bir algı yaratılıyor” dedi. Karadayı’nın bunu söylemesinin temelinde yatan bakış açısı, aslında kusursuz bir yöntem olmadığı gerçeğine dayanıyor. Çünkü depremler ön görülebilir olaylar değil. Geçmişte yaşanan vakalar, aynı bölgede olan binaların bile, aynı şekilde yıkılmadığını ortaya koyuyor. Peki ne yapacağız?

MAG Genel Koordinatörü Hüseyin Karadayı'nın eğitim esnasında çekilen bir fotoğrafı.


Toplumdaki ‘kaderci’ algıya dikkat çeken Karadayı, insanlara bazı temel bilgiler aktarılmadan anlatılan her şeyin yanlış anlamalara sebep olabileceğini belirtiyor. Özellikle "bizim bu konuda yapacak bir şeyimiz yok" şeklindeki genel algının üstüne gidilmesi gerekiyor. Karadayı’ya göre; “kaderimiz buysa olacak” denildiği anda hiç deprem olmayacak gibi yaşamaya devam ediyoruz. Oturduğumuz bina ve evle ilgili gereken önlemleri almak yapmamız gereken ilk şey. O meseleye geri döneceğiz ama öncesinde deprem anı için temel yöntem olarak kabul edilen ‘çök kapan tutun’a dikkat çekmekte fayda var.

TEMEL YÖNTEM ‘ÇÖK KAPAN TUTUN’

Dünyanın önde gelen arama kurtarma kuruluşları, insanlara ‘çök kapan tutun’ yöntemini öneriyor. Bu yöntem sayesinde olası bir yıkılmaya karşı hedef küçültmüş oluyoruz. Oluşacak bir boşlukta yaşama tutunmayı tavsiye eden ‘hayat üçgeni’ ise bir yöntem değil. Çünkü bu hayat üçgenlerinin nerede ve nasıl ortaya çıkacağından asla emin olamıyoruz.

Kendisine ‘çök kapan tutun’ ve ‘hayat üçgeni’ni sorduğumuz Karadayı, bize kurtuluşu ‘mucize’ olarak yer alan üç yaşındaki Ayda’nın kurtuluşu örneğini veriyor. “İnsanlara bilgilerin bütünlüklü olarak verilmesi lazım” diyen Karadayı, şunları söylüyor: "Mesela İzmir’de kurtulan çocuğun (Ayda), çamaşır makinesi ile buzdolabı arasında kalarak kurtulduğunu biliyoruz. Ancak tek bir örnekten genelleme yapmak yanlış sonuçlar çıkarabilir. Aynı enkazda çıkan diğer çamaşır makinası, buzdolabı gibi eşyaların deforme olduğunda gövdesindeki metallerin kesiciye dönüştüğünü de görmek gerekir. Başka bir faktör ise çocuk bedeninin yetişkin bedenine göre küçük olması da kurtulmada önemli bir avantajdır. Bunu da hesaba katmak gerekir."



‘AYDA’YI ANNESİ KURTARDI’

Ayda’yı annesinin ayakları arasına alıp koruduğunu ve anne Fidan Keskin Gezgin'in hayatını kaybederken çocuğun kurtulduğunu söyleyen Karadayı, buzdolabı, çamaşır makinesi ve kapı eşiği örnekleriyle ilgili şunları şu ifadeleri kullanıyor: “Biz özellikle buzdolabı ve çamaşır makinesinin yanına yatılmamasını tavsiye ediyoruz. Çünkü on kişiden biri kurtuluyor, o bir örnekten dolayı herkes kurtulacakmış gibi anlatılıyor. Bize yıllarca ‘depremde kapı eşiğinde durun’ diye anlatıldı. Bununla ilgili bir tane hayatta kalma örneği vardı. Avrupa'da bir yerde çöken bir binada orada duran bir kişinin kurtulması örnek teşkil etti. Ancak deprem enkazlarına baktığınızda kapı eşiklerinin hiç de güvenli yerler olmadığını görürsünüz.”

‘ÇÖK KAPAN TUTUN’ YÖNTEMİNİN AVANTAJI NE?

Hüseyin Karadayı’ya göre; ‘çök kapan tutun’ yönteminin avantajı küçülmek. Zarar görmeyi en aza indirmiş olursunuz. Bu yöntemin boyun baş ve göğüs kısmını kontrol altına almak açısından önemli olduğunu belirten Karadayı, “Baş ve göğüs kısmından alacağımız darbe yaşamsal tehlike yaratacaktır. Bina çökerken  ‘hayat üçgeni’ denilen boşluklar oluşuyor. Binanın kolonları ve içindeki eşyalardan dolayı yaşam boşlukları meydana geliyor. Eğer bu boşluklara denk gelirseniz kurtulma şansınız artıyor. Bu nedenle gerek bina çökmesi gerekse eşyaların devrilmesi sonrası bu boşluklarda kalabilmek için deprem olduğu andan itibaren önceden belirlenecek güvenli yerlere birkaç saniye içinde çök kapan tutun davranışını gerçekleştirebilmek gerekir. Bu nedenle deprem öncesi, evin içinde güvenli yerler, güvensiz yerler belirlenmeli ve tüm aile fertleri tarafından bu bilinmeli. Ev içinde basit tatbikatlar yapılmalı" diye konuştu.

ESAS HAZIRLIK NEDİR?

İzmir depreminde de görev alan Karadayı, her şeyden önce ‘bina yıkılıyor’ algısının kötü bir şey olduğunu belirtiyor. Karadayı, konuyla ilgili bize şunları söyledi:Dikkat ederseniz Bornova ve Bayraklı'da sekiz tane bina yıkıldı. Orası tamamen yumuşak ve sulak bir zemin ama bütün binalar yıkılmadı. Sağlam ve güvenlikli, yani uygun zeminlere uygun binaların yapılmasına dair bilgilerin aktarılması ve bina içindeki eşyalarla ilgili nasıl davranılması gerektiğinin de kanıksanması lazım. Ben arama kurtarma için aşağı yukarı 1994 yılından beri depremlere gidiyorum. Yıkılan binaların içinde kalan insanların -kolon ve kiriş altında kalanlar hariç- neredeyse tamamı eşyaların altında kalarak yaralanıyor veya yaşamını yitiriyor. Sağlam bir evin yanı sıra, doğru eşyaları seçmeye de önem vermemiz gerekiyor. Ayrıca bu eşyaları doğru yerlere koymak gerekiyor. Bunu yapmadığınız sürece binanız yıkılmasa da eşyalardan zarar görebiliyorsunuz.”

MAG eğitimlerinden bir fotoğraf.


‘BÜYÜK PARALARA İHTİYAÇ YOK’

Deprem hazırlığının büyük paralar gerektiren bir şey gibi algılandığına da dikkat çeken Karadayı, “Büyük paralara ihtiyacınız yok. Sadece ev alırken veya kiralarken para harcıyoruz. Eşyayı zaten alıyoruz. Doğru eşyaları almak önemli" diyor. "İnsanlar bir eşya satın alacağı zaman muhakkak deprem faktörünü de düşünerek karar vermeli" diyen Karadayı, şöyle devam ediyor: "Çünkü biz deprem ülkesinde yaşıyoruz. Sağlam bina ve sağlam eşya dışında tamamen doğru bilgi ve doğru davranışa dayalı bir hazırlık söz konusu. İnsan davranışı için para ödemek gerekmiyor. Yapmamız gereken şey, önce binamızın sağlam olup olmadığından emin olmak. Sonra da evin içinde güvenli bir yaşam alanı oluşturmak. Bu çağda toplumun her kesimi bu bilgilere ulaşabilir ve bunları yapabilir. Bu noktada medyaya da büyük iş düşüyor.”

'HAZIRLIKSIZ OLDUĞUMUZU VAN, ELAZIĞ VE İZMİR'DE GÖRDÜK'

99 depreminden sonra çeşitli projelerin hayata geçtiğini ve önemli mesafeler alındığını söyleyen Karadayı, "Kamu binalarının yenilenmesi, güçlendirilmesi, alt yapının iyileştirilmesi, AFAD’ın kurulması önemlidir. Ancak toplum temelli hazırlıkların da paralel olarak yürümesi gerekir. Bu konuda hazırlıksız olduğumuzu Van, Elazığ ve İzmir depremlerinde gördük" dedi. "Bol miktarda arama kurtarmacı yetiştirerek hazır olduğumuzu düşünürsek bunun bedelini ağır öderiz" Karadayı, "Aslında 99 depreminde çıkardığımız derslerden birisi de buydu. Yani deprem sonrası arama-kurtarma temelli değil, deprem öncesi risk yönetiminin önemli olduğunu görmüştük. Ancak o süreçten beri yine bol bol arama kurtarma ekipleri kurmaya devam ediyoruz. 20 yıldır kamuda arama kurtarma ekipleri kuruyor, STK'lar ise arama kurtarma dernekleri olarak faaliyet yürütüyor. Eğer bir ders çıkardık ise hem kamu hem de STK'lar olarak arama-kurtarmacılığa değil toplumun afetlere hazırlığına yönelmek gerekiyor" diye konuştu.

"Hiçbir depremi beklenen İstanbul Depremi ile asla kıyaslamamalıyız" Karadayı, sözlerini şöyle noktaladı: "Van, Elazığ ve İzmir depremlerinde hızlı davranılması, müdahale ekiplerinin istenenden çok olması İstanbul açısından hazır olduğumuz anlamına gelmiyor. Olası bir İstanbul depreminde Çanakkale, Tekirdağ, İzmit, Yalova gibi illerimizin de etkileneceğini de öngörürsek, ilçelerimiz ve mahallelerinde insanlarımız günlerce kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacaklardır. Bu nedenle mahallelerde muhtarlar öncülüğünde mahalle afet gönüllüleri ekiplerinin kurulması, eğitilmesi önemli hâle gelmektedir. Mahalle sakinlerine afet bilincinin aktarılması, güvenli yaşam kültürünün aktarılması açısından önemli bir unsur olacaktır."

‘BİNA VE EŞYALAR SAĞLAM DEĞİLSE HER ŞEY ŞANSA KALIR’

Görüşüne başvurduğumuz diğer isim ise AKUT İstanbul Operasyon Ekip Lideri Serhat Akbel. Muhabir arkadaşımız Sibel Gülersöyler’e konuşan Akbel, "Binanız sağlam değil ve eşyalarınız da sabit değilse bütün korunma yöntemleri şansa kalır" diyor.

Deprem öncesinde binaların kontrol edilmesi ve eşyaların sabitlenmesi gerektiğini artık kanıksamış olmamız gerekiyor. Ancak kaçımız bunu gerçekten yaptı, orası tartışılır. “Binanız sağlam, eşyalarınız da sabit değilse bütün korunma yöntemlerini şansa kalacağını söyleyen Akbel, “Yani yaşamınız şansa kalır” diyor. Serhat Akbel’in ‘hayat üçgeni’ ile ilgili görüşleri ise şöyle: “Hayat üçgeni dediğimiz şey, devrilmeyen eşyaların yarattığı bir boşluk. Bu boşluğa denk gelirseniz hayatta kalıyorsunuz. Ancak bu düşük bir olasılık çünkü düşen herhangi bir şey, 10-15 santimetre sağda, solda veya ileride olduğunuzda hayatta kalamazsınız.”


AKUT İstanbul Operasyon Ekip Lideri Serhat Akbel


[special_article_template title="" desc="'Hayat üçgeni dediğimiz şey, devrilmeyen eşyaların yarattığı bir boşluk.'" who="AKUT İstanbul Operasyon Lideri Serhat Akbel">

‘BU ALGIYA GÜVENMEK BÜYÜK BİR HATA OLUR’

Çalıştıkları enkazlardan tecrübelerini aktaran Serhat Akbel, şöyle devam ediyor: “Özellikle sağlam, ezilmeye dayanıklı malzemeler, örneğin koltuk takımı, demir masalar koruyucu olabiliyor ama her model için bunu söyleyemeyiz. Örneğin, en son çalıştığımız İzmir Depremi’ndeki Rızabey Apartmanı’nda, demir bir ofis masası, yaklaşık dört katın yükünü üzerinde tutuyordu. Alt tarafı profil, kafes gibi bir malzemeden yapılmıştı. Hiç ezilmeden kocaman bir yaşam boşluğu bırakabilmişti. Ama onun hemen yan odasında, bir yemek masası tamamen yere sıfırlanmış durumdaydı. Şöyle bir algı oluşmamalı. Deprem oluyor, ben bir eşyanın yanında yat-tutun ya da çök-tutun yapıp hayatta kalacağım. Bu algıya güvenmek büyük hata olur.”

‘KOŞMAK, HAREKET ETMEK BÜYÜK HATA’

Serhat Akbel’in değindiği bir diğer konu ise, deprem esnasında panikle koşmak veya hareket etmek. Bunların hata olduğunu söyleyen Akbel, şu ifadeleri kullandı: “Apartmanların merdivenlerine ya da asansörlere yönelmek, camdan atlamak, cam kenarlarına, kapı eşikleri ya da kolon kirişlerine yönelmek, bunlar eskiden kalan yanlış bilgilerdir. Özellikle hareket etmek. O anda üzerinize bir eşya düşebilir ve daha ciddi yaralanmalara neden olabilir. Deprem anında ağırlık merkezi yere yakın olmalı. Yanına yattığımız malzemeden küçük olmamız, cenin pozisyonu almamız gerekiyor. Mutlaka tutunmak gerekiyor çünkü eşyalar da siz de o anda hareket edeceksiniz.”

‘HAYAT ÜÇGENİ DİYE BİR YÖNTEM YOK’

“Hayat üçgeni yöntemi diye bir yöntem yoktur, kamuoyunda yanlış biliniyor” diyen Akbel’in aktardığına göre; hayat üçgeni, eşyaların çöktüğü zamanda oluşan boşluk. Yani söz konusu deprem olduğunda hiçbir şekilde öngörülebilir değil.

“Yanına yatacağınız şey, devrilen buzdolabı ya da kitaplık olmamalı” diyen Akbel, “Koltuk, masa, çekyat ya da yatağınız olabilir. Bu konuda özen göstermelisiniz ancak yüzde 100 başarılı olacak diye bir kaide yok. Örneğin bulaşık makineleri içi boş malzemelerden oluştuğu için deprem esnasında çok güvenilir değil. Ancak özellikle eski tip çamaşır makinelerinin, tambur denilen kısmı ağır ve devrilmesi zor olduğu için daha güvenli olduğunu söyleyebiliriz” diyor.

Her şeyden önce henüz deprem olmadan önlem almaya özen göstermek gerektiğini belirten Akbel sözlerini şöyle noktalıyor: “Deprem esnasında masadaysak yanına, televizyon izliyorsak koltuğun yanına, okuldaysak sıraların yanına, yani o geçiş koridoruna uzanmamız gerekiyor.”

ABD'Lİ ARAMA KURTARMACI DOUG COPP'UN İDDİASI

‘Hayat üçgeni’nin bir yöntem olarak önerilmesi mevzusuna baktığımızda, özellikle yabancı kaynaklı makalelerde Doug Copp ismine rastlıyoruz. Kendisinin Amerikalı bir arama kurtarma şefi olduğu belirtiliyor. Makine mühendisi ve evrimsel biyolog Çağrı Mert Yazıcı’nın evrimagaci.org’da yayınlanan bir makalesinde Doug Copp mevzusuna dikkat çekiliyor. Hayat üçgeni yönteminin yaratıcısı kabul edilen Doug Copp’un yazdığı bir mektup, güvenilir birçok kaynakta da referans olarak kullanılıyor. Copp’un bu yöntemle ilgili ifadeleri fazlasıyla tartışmaya açık. Çünkü makalede de belirtildiği gibi, ‘yanlış yıkım tipi algısı’ söz konusu. Yıkım örneklerinde tasarlanan binalar, Copp’un metninde iddia edildiği gibi pankek (yassı kadayıf) şeklinde kusursuz bir şekilde yıkılmıyor. Depremler yatay sarsıntılar yaratıyor ve bu yüzden çok farklı biçimlerde parçalanarak yıkılabiliyor.

Yöntemin doğruluğunu veya yanlışlığını anlamak için kontrollü bir şekilde yapılan yıkımları referans almamak gerekiyor. Çünkü bu yıkımlar katların üst üste düşmesi şeklinde yapılıyor. Gerçek bir depremde ise böyle bir yıkım çok olası değil. İstanbul Teknik Üniversitesi Afet Yönetim Merkezi ve Meteroloji Mühendisliği Bölümü profesörlerinden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun 2013 yılında verdiği bir röportajda Marmara depremi ile alakalı verdiği örnek şu şekildeydi:

[special_article_template title="" desc="'1999 Marmara depremlerinde 'deprem anında yatıp cenin pozisyonu almak' gibi yanlış bir şeyi halkımıza aşıladılar. İşi ilerleterek yassı kadayıf olmuş birkaç binada eşyaların bıraktıkları boşluklara bakarak “hayat üçgeni” ya da “yaşam boşluğu” da icat ettiler. Ülkemizde depremden korunmak için uydurulan kuralların çoğu bilimsel değil. Örneğin, arama-kurtarmacı afetlerden korunma uzmanı değildir. Asla deprem anında tamamen yıkılıp yassı kadayıf olacak binalara göre kural konulmaz. Depreme maruz kalan binalar arasında yassı kadayıf olan bina yüzdesi 3’ü geçmez. Yassı kadayıf şeklini alan binalar tüm binaları temsil etmez, yani doğru örnek değildirler.'" who="Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu">

'ÇÖK KAPAN TUTUN, EN DOĞRU YÖNTEM'

Çağrı Mert Yazıcı makalesinde Doug Copp’un iddialarının neden şaibeli olduğunu bilimsel bir bakış açısıyla ele almış. Makaleden çıkan sonucun, “depremler sırasında olduğunuz yere çökmek, kafanızı koruyacak şekilde kapanmak ve sabit bir cisme tutunmak, hayatta kalma şansınızı genel geçer olarak en çok artıracak yöntemdir” şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.

Görüşüne başvurduğumuz arama kurtarma uzmanlarının da belirttiği gibi, depremler öngörülemeyen doğal afetlerdir. Bir binanın deprem esnasında nasıl çökeceği ise asla tahmin edilemez. Bu yüzden öncelikle binanın ve evimizdeki eşyaların sağlamlığı ile ilgili önlemleri almalı, sonrasında ise uzmanların belirttiği detaylar ışığında kendimizi korumaya çalışmalıyız.

Habere katkıda bulunan: Sibel Gülersöyler-SÖZCÜ