Zülfü Livaneli’yi aradığımda sesi kederliydi. “Önce bir şeyler söylemek istiyorum” diyerek başladı anlatmaya. “Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş vefat etti. Onun ve ailesinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Bu aileye o acıları çektirenleri de bir kez daha lanetliyorum” sözleriyle başlayan sohbetimiz sanattan, edebiyata su gibi akıp gitti.

(FOTO: DepoPhotos)


- Hamdi Gezmiş ile konuşur muydunuz Deniz Gezmiş’i?

Evet ama çok sınırlı. Çünkü acı çok büyükse susulur. Biz de buna saygı gösteririz. 20’li yaşlarda benim gibi insanları saçma sapan suçlamalarla hapse koydular. Çok ağır bedel ödeyenler oldu. Diyorlar ki Türkiye’yi dünyaya haklı olduğunda bile neden anlatamıyoruz? Anlatamazsın çünkü anlatacak olan senin aydınların, dil bilenler, yurt dışıyla teması olanlar. Sen bunların hepsini her kuşak biçiyorsun. Nazım Hikmet’i yok ediyor, Sabahattin Ali’yi öldürüyorsun.

- Neden çekilen onca acıdan ders almıyoruz?

Çünkü sözden ve yazıdan korkuyor hükümetler. Şu anda kaç gazeteci hapiste. Sonra da onlar gazetecilikten yatmıyor deniliyor. Peki, neden yatıyor? Bu Türkiye’nin her dönem hastalığı. Abdülhamit döneminde sansür çok korkunçtu ama muhalif yazarlar üzerindeki baskı bizim bu dönemdeki kadar sert değildi. Hapse atmazdı, sürgüne gönderirdi. Namık Kemal dahil böyle çok insan var. Türkiye sürekli alacakaranlıkta yaşıyor.

(FOTO: DepoPhotos)


- Sürgün yıllarınız nasıldı?

27 yaşındaydım yıl 1973. Eşimle İsveç Üniversitesi’nde burslu okuduk. Çok parasızlık çektik. 1974’te Paris’te festivale çağırdılar. Sazımla türkü söylemeye başladım. İnsanlar ilgi göstermedi. O gün hayatımın dönüm noktası oldu. Stockholm’de evimin yanında kayın ormanı vardı karlar altında. Karlı Kayın Ormanı’nı orada düşündüm, yazdım besteledim.

- Saz çalmaya nasıl başladınız?

Babam Ankara Maarif Koleji’ne yazdırmıştı. Sınıf geçme hediyesi olarak bisiklet alacaktı ama kaza görmüş. “Sen zaten İngilizce okuyorsun, Anadolu’dan kopmaman için bu sazı hediye ediyorum. Bu saz Anadolu’yla bağın olsun” dedi. Saz çalmaya başladım.

BİZ NAZIM HİKMET'İN KAŞKOLUNDAN ÇIKTIK

- Yeni bir çalışma var mı karantina günlerinde yazdığınız?

"Gökyüzü Herkesindir: Şiirler" Ocak’ta çıktı. Şiirlerime sahip çıkamıyordum. ‘Gökyüzü Herkesindir’ şiiri Nazım Hikmet’in zannediliyordu. Onur duyarım ama değil. 1973’te yazdığım ‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi” de rahmetli arkadaşım Uğur Mumcu ile özdeşleşti. Büyük onur duydum tabii ama ‘Neden Uğur Mumcu’dan aldım’ demiyor gibi eleştirilerle karşılaştım. Bu yüzden hepsini derledim bu kitapta. Başka bir roman üzerinde çalışıyorum sonbaharda çıkacak. İnsan yazmayı büyük kitaplardan öğrenir. Bize en çok etki yapan Nazım Hikmet’tir. Nazım Hikmet’in kaşkolundan çıktık.

İMAMOĞLU SİYASETİ BİLDİĞİ İÇİN OYLARI ÇALDIRMADI

- Hayatınıza dönüp baktığınızda pişmanlığınız var mı?

Bazen beni eleştiriyorlar. Kendimi ne kadar hırpaladığımı bilseler az kalır eleştirileri. İster istemez çıkışlarım oldu. Türkiye’nin koşullarını çok da iyi bilmeden, biraz safiyane şekilde politikaya girmek doğru değildi. Hakikaten saftım.

- Siyasete girmek pişmanlık mı?

Evet pişmanlıktı. Zaten zorlamalarla oldu, isteyerek girmedim. Siyaset benim sanatımı, kişiliğimi öldüremedi,  bana kattı. Nietzche’nin dediği gibi seni öldürmeyen şey güçlendirir.

- Politikayı bir şeyleri değişmeyeceğinizi görüp mü bıraktınız? Evet değiştiremeyeceğimi gördüm.

Türkiye’de siyasetin, bu ülkenin sorunlarını çok zor çözeceğini gördüm. 1994’ten beri görüyorum daha oy sayamıyor bu memleket. Türkiye’nin gerçek bir devrime ihtiyacı var ve bu oyunu oynayabilecek politikayı iyi bilen insanlar gerekiyor. Ben o değilim. Siyaseti bilseydim oyları çaldırmazdım. Bak Ekrem (İmamoğlu) siyaseti bildiği için oylarını çaldırmadı.

- En son hangi olay sizi derinden üzdü?

Kayıp Gülistan Doku haberine gözümden yaş geldi. Bu kadar olur mu? Gözlerimizin önünde koca bir hayat yok oluyor. Aybüke öğretmenin katledilişinin yıldönümüydü. Bu ülke böyle değildi. Toplumun DNA’sı bozuldu.