Dünyayı etkisi altına alan corona virüsü salgını, büyük ölçüde tüm tartışmaların odağında yer alırken aslında gözler bir yandan da ABD seçimlerine çevrilmiş durumda. Mevcut ABD Başkanı Donald Trump ile Demokratlar'ın adayı Joe Biden arasındaki başkanlık yarışında 'debate' de (münazara) heyecanı artırmış durumda.

ABD, 3 Kasım'daki seçime gün sayarken, ikinci ve son tartışma da gündeme damga vurdu. İlk münazaranın yarattığı hayal kırıklığının ardından ikinci tartışmanın, biraz daha "tartışma" olarak geçtiğinin altı çiziliyor. Trump'ın ilk raundda sürekli Biden'ın sözünü kesmesi geceye damga vururken münazara beklentileri karşılayamamış ve ABD basının genelinin yaptığı araştırmaların hemen hemen hepsinde çıkan ortak sonuç manşetlere taşınmıştı: "Tartışmayı kim kazandı bilemiyoruz ama kaybedenin ABD olduğu kesin..."

Rakiplerin karşı karşıya gelerek; fikirlerini, planlarını yarıştırması teoride muhteşem bir fikir. Ama pratikte "Unutulmaz Türk solu tartışması" gibi durumlar yaşanabiliyor. Trump ve Biden arasındaki ilk münazara elbette o denli kaotik değildi ancak ikinci tartışmada bir kişi söz aldığında diğerinin mikrofonunun kapatılması da sorunu ortaya koyuyordu.

İlk münazaranın yarattığı hayal kırıklığının ardından ikinci tartışmanın, biraz daha "tartışma" olarak geçtiğinin altı çiziliyor. Fotoğraf: Reuters


Peki münazaralar siyasi açıdan ne kadar etkili?

Konuyla ilgili olarak Sözcü.com.tr'ye konuşan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Sosyolojisi Ana Bilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Nurdoğan Rigel ABD'de artık bu tartışmaların etkisini kaybettiğini aktardı:

"ABD'de yavaş yavaş esprisini kaybediyor. Çünkü artık daha yoğun mecralar var. Eskiden kararsızları etkilemek için tek bir mecra vardı. Şimdi iletişim bilimcilerin o kadar çok alanda kararsızları etkileme şansı var ki artık bu tartışmalar da tarihi bir klasiğe dönüştü. Biden-Trump tartışmasının ardından pek de bir şeyin yerinden oynamadığı ortada. Bu bir gelenek olarak devam edecektir elbette ama sadece pandemi döneminde olduğumuz için 'debate'in gençlerin ilgisini çektiğinin de altını çizmek lazım."

ABD basınında yer alan haberlere göre Donald Trump, belki de bu kuralın da etkisiyle ikinci tartışmanın etkisiz gözüken tarafı oldu. Başkan'ın zaman zaman zorbalığa kaçan ancak dobra da bulunan tavrını nispeten yumuşatması Biden'ın önünü açarken "Bu kadar fazla ölümden sorumlu olan bir kişi ABD Başkanı olarak kalmamalı. Ocak ayında bu virüsün ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu ancak halkla bunu paylaşmadı" diyen Biden manşeti de vermiş oldu.

[custom_content title="PROF. DR. NURDOĞAN RİGEL, TRUMP'IN İLETİŞİM MODELİNİ BÖYLE ÖZETLİYOR" desc="Biden ve Trump meselesinde, Trump'ın kamera alışkanlığı ön plana çıkıyor. 80'lerin ortasından itibaren ABD'lilerin hayatlarında bir figürdü Trump ve o günden beri bir kavrama oynuyor... 'Infotainment' (bilgi-eğlence) denen kavram televizyonda düşünceye sevk eden yoğun bilgi içeriklerine nazaran daha kabul edilebilir bir kavram olmuştu. Trump ise 'irritainment' kavramının temsilcisi. İnsanların Trump'ı bu kadar fazla konuşmasının sebebi rahatsız ederek insanları eğlendirmesi ve ilgi çekmesi. 'Bugün yine ne yaptı' düşüncesi... Yarattığı rahatsızlıkla ekranda ilgi topluyor. İnsanlara konuşacakları bir hikaye veriyor ve bir ölçüde kişiler arasında iletişimi de geliştiriyor.">

Ülkede Super Bowl gibi, Oscar veya Grammy gibi, popüler kültürün bir parçası, bir "showbiz" ögesi olarak görülen münazaraların seçime 11 gün kala, önünde basitçe iki seçeneği olan seçmen üzerinde etkisi ne kadar olur tartışılır ancak bunun ülkemiz için ne kadar özlenen bir değer olduğu ortada.

  • 1989'da Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Erdal İnönü;

  • 1991'de ise Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Erdal İnönü, Doğu Perinçek, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit;

  • 1995'te Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal;

  • 2002'de Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal;

  • 2019'da ise Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım arasındaki tartışmalar Türk demokrasi tarihi ve Türk yayıncılık tarihine geçti.


[special_article_template title="" desc="Ülkemizde yıllardır yok olan bir tartışma kültürü ve birbirinin gözünün içine bakarak münazara etme sorunu var. Bu yeni olmadı aslında." who="Prof. Dr. Nurdoğan Rigel">

2019 Yerel Seçimleri'nde dönemin seçilmiş ancak mazbatasını alamamış İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile AKP'nin adayı Binali Yıldırım'ın, İBB seçimleri için sandığa ikinci kez gidilmeden önce İsmail Küçükkaya'nın moderatörlüğünde bir araya gelmesi ise özlenen tabloyu yeniden yaşattı. O akşam kimin kararının değiştiğini ölçmek veya kaliteli bir tartışma olduğunu söylemek pek mümkün değildi ancak iki ailenin bir araya gelerek poz vermesi ve en azından bir münazara ortamının yıllar sonra oluşması bile kazanımlar olarak tarihe geçti.

Fotoğraf: Depo Photos


Prof. Dr. Rigel, siyasileri bir araya getiren tartışmaların artık neden yapılmadığı üzerine de tespitlerde bulundu:

"Politikacılar farklı mecralar bulabiliyor. Mecra yoğunluğu buradaki heyecanı ortadan kaldırıyor. Ayrıca ülkemizde yıllardır yok olan bir tartışma kültürü ve birbirinin gözünün içine bakarak münazara etme sorunu var. Bu yeni olmadı aslında. 90'larda Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller arasındaki tartışmalarda da aynı sorunlardan bahsedilirdi. Mesut Yılmaz ekseriyetle karşısındakinin gözünün içine bakmaktan imtina ederdi. Tansu Çiller'in de yakın çekimlerde gözüktüğü üzere birden gözleri dalardı. Daha sonra kulaklık aracılığıyla danışmanlarından direktif aldığı ortaya çıkacaktı. Gözü dalar, konudan kopardı ve konu da dağılıverirdi."

ABD'nin yakın tarihinde ise üç tartışma ön plana çıkıyor.

  • 1960 / Nixon - Kennedy: TV'de yayınlanan ilk tartışma olarak tarihe geçen programda Kennedy'nin genç görüntüsü ve karizmasının bir avantaja dönüştüğü kayıtlara geçmişti. Aynı zamanda Nixon'la yayından önce dış politika konusuna girilmeyeceği yönünde anlaşan Kennedy, tartışmanın hemen başında Soğuk Savaş ile açılışı yapmış ve Nixon'ı ters ayakta yakalamıştı. Nixon'ın o gün hasta olması ve ekranda bunun da etkisiyle soluk bir görüntü çizmesinin de etkili olduğu hala söylenmekte.

  • 1980 / Carter - Reagan: Donald Trump'la benzerlikler gösterdiği sıkça söylenen Ronald Reagan, Jimmy Carter ile olan tartışmasında ilk dönemini geride bırakmış olan Carter'a "Dört yıl öncesine göre şimdi daha mı iyisin?" diye sormuş ve o dönem ekonomisi kötüye giden ABD vatandaşları için bu soru oldukça etkili olmuştu.

  • 1992 / Bush - Clinton: Bill Clinton da 1992'de Kennedy'ye benzer bir görüntüyü çizmişti. Başkanlığında belki ABD vatandaşlarına göre Kennedy'nin yanına bile yaklaşamadı ancak seçim döneminde Baba Bush olarak da bildiğimiz George H.W. Bush karşısında genç görüntüsü ve dinamizmiyle yakın giden anketlere göre yakın giden seçimde fark yaratmıştı. Bush'un halktan gelen soruların da alındığı tartışmada kendisine yöneltilen bir soru esnasında saatine bakması, bu sebeple cevap verirken zorlanması ve aynı soruya Clinton'ın yanıt verdiği esnada yine saatine bakarken görüntülenmesi gündemi sarsmıştı.


Bizde böylesi örneklere rastlamak pek mümkün değil ancak başarısız geçen, beklenen etkiyi yaratamayan tartışmalar bile bir şekilde akılda kalan detaylar içerebiliyor ve bu detaylar tartışmanın önüne geçebiliyor.

Prof. Dr. Nurdoğan Rigel: 60'lardaki bu örnekte arka planda görev alan iletişimciler, Kennedy ile televizyonda nasıl konuşulur üzerine bir çalışma yapmış ve o tartışma bu grubun başarısı olarak görülmüştü. Fotoğraf: Reuters


"Siyasal iletişimde 60'lardan beri var olan bir model bu" sözleriyle bu kültürün oluşumu ve gelişimi ile ilgili detaylar da aktaran Prof. Dr. Nurdoğan Rigel de Nixon-Kennedy ve Bush-Clinton tartışmalarına dikkat çekti: "İlk defa Kennedy ve Nixon arasındaki tartışma televizyonda yayınlanmıştı. Böylece aslında radyo ve televizyon arasındaki fark da ortaya çıkmıştı. Tartışmayı radyodan dinleyenler konulara hakimiyetiyle Nixon'ın, televizyon izleyenler ise (ekrana hakimiyeti ve dinamizmi ile) Kennedy'nin önde olduğunu düşünmüştü."

"60'lardaki bu örnekte arka planda görev alan iletişimciler, Kennedy ile televizyonda nasıl konuşulur üzerine bir çalışma yapmış ve o tartışma bu grubun başarısı olarak görülmüştü" diyen Rigel, "Kamera takibi, aktif kameraya göre profil gösterme veya poz verme gibi incelikler Nixon'da yoktu. Küçük bir farkla Kennedy ön plana çıktı. Benzer bir durumu Clinton'da da görmüş olabiliriz. Clinton da Baba Bush'a göre oldukça genç bir politikacıydı" ifadelerini kullandı.

Fotoğraflar: Depo Photos

'BİZDE NİYE YOK?!'


Etkisini yitirse de münazaralar demokrasinin zenginleşmesi ve toleransın artması için oldukça önemli. ABD'deki adayların tartışmalarını izleyip "Bizim de bir münazaramız olsa... Bizde niye yok?" diye sormamak elde değil.

Tartışma kültürünü yeniden oluşturmak için, herkesin son söylenecek sözü ilk söylediği ve tartışmaların tüm mecralarda yersiz büyüdüğü bir atmosferi yok etmek için, birbirinin gözünün içine bakarak konuşabilmek ve toleransın önemini genç kuşaklara da gösterebilmek için münazaralar oldukça önem arz ediyor.