Şarkılarıyla, besteleriyle Türk pop müziğinin sevilen ismi Ege, SÖZCÜ HaftaSonu’nun konuğuydu. Müzikten kitaplara, sanatçı kimliğinden özlemlerine, 90’lar ve öncesiyle başlayan bir söyleşiyle Ege sizlerle...

- Müzisyen Ege’nin hayatının kırılma noktası neydi?

İlkokuldan itibaren çok okuyan ve sorgulayan bir çocuk oldum. Kimi zaman yazdığım şiirleri milli bayramlarda çıkıp okudum. Çoğu zaman da âşık olduğum kızlara defterler dolusu yazıp verdim. Ne zaman ağabeyim bir gitar hediye etti, işte hayatım o zaman değişti.

Okulunda piyano dersi aldığım Maria Rita Epik’ten bestecilik dersi almaya başladım. Yaptığım her şarkıyı onunla paylaşıyor fikrini alıyordum. Maria Abla yalnızca bestecilik değil bu işi meslek anlamında nasıl taşımak gerekliliği üzerine bana kılavuz ve yoldaş oldu. Bugün insanların saygı duyduğu bir sanatçı Ege var ise bunda Maria Rita Epik’in imzası vardır.



- İlk albüm 1995 ve fırtına gibi estiniz... 2.5 milyon satmış. Bu bir şok olmadı mı?

Benim planım ilk albümü yapıp okuluma dönmek ve sevgilimle evlenmekti. Bu başarı geri dönüş kapılarını kapatınca bilmediğim yolda yürümeye devam ettim. Yapabildiğim en iyi şeyleri yapmaya çalıştım; günde sekiz saat okuyup, sekiz saat beste yaptım. Aralıksız beş yılım böyle geçti. Sokağa ya da sahneye çıktığımda Ege, çalışırken ya da dostlarla birlikteyken ailemin verdiği isimle Levent oldum.

- Popülaritenin getirdiği tükenmişliği yaşamadınız mı?

İnsanların günde 12 saat çalışıp evine zorlukla ekmek götürdüğü bir ülkede, bir şöhretin tükenmişlik sendromu yaşaması yalnızca şımarıklıktır. Bizim gibi ülkelerde futbolculuk, mankenlik, oyunculuk ve şarkıcılık alt sınıf ya da orta sınıf aile çocuklarının şansıdır. Şöhretin altında ezilmeden mesleğinde yürüyebilmek seni saygın yapar. Başaramıyorsan popüler yapar ve zamanı gelince de seni kenara koyup yenisine yol açar.



- Besteleri dokuz dile çevrilen Ege, neden müziğe ara verdi?

Hiç ara vermedim ki. Yurtdışında bir şeyler yapmaya yoğunlaştım. Fransa’da 2006’da albümüm yayınlandı. Türkiye’de albüm yapmaya devam ettim ama yeni tip prodüktörlerle frekanslar uyuşmayınca şarkıları duyuramadık. Ortadoğu ve Balkanlarda klasikleşen ama kendi ülkemde kimsenin bilmediği şarkılarım var. İsterdim ki doğduğum topraklarda değer bulsun eserlerim. Şarkılar da aynı insanlar gibi; onların da kaderi var...

Kurtuluş Savaşı Destanı’nı notalara taşıyan Ege, Ulu Önder’e minnettar:
ATATÜRK’E BORÇLUYUZ

Bu topraklarda, dilimizi ve inancımızı yaşıyorsak, bunu başında bir mezar taşı bile olmayan şehitlerimize, gazi dedelerimize ve Atatürk’e borçluyuz.

Ege, “Son yıllarda neler yaptınız” sorusuna yanıt verirken yetenek skalasının genişliğini gösterdi: “Ülkemizde şöyle bir algı var: Medyada sık görünmüyorsan bu işi bırakmışsın. Aksine yılda ortalama 100 konser veriyorum. Pandemi yüzünden iptal olan 40’tan fazla konserim var.

Üretim kısmına gelince, popüler müzik yapmak yerine daha kalıcı ve anlamlı projeleri tercih ediyorum. Kadına şiddete ya da mülteci çocuklara dikkat çekmekle ilgili çalışmalar yaptım. Bu dönem on bölüm senfonik eserlerden oluşan Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazıyorum.”



EMPERYALİZME KARŞI EN BÜYÜK ZAFER

“Bu topraklarda, bu bayrak altında yaşıyorsak, sahip olduğumuz kazanımlarla kendimizi özgürce ifade ediyorsak, bunu; başında bir mezar taşı bile olmayan şehitlerimize, gazi dedelerimize ve Atatürk’e borçluyuz. Bir besteci olarak minnet ve vefamı ancak bir eserle gösterebilirim. Amacım, emperyalizme karşı kazanılmış ilk ve en büyük zaferi, gelecek kuşaklara aktarmak.”

YAZARKEN YENİDEN DOĞMUŞ HİSSEDİYORUM

“Karantina günlerinde gerçek karakterlerimiz ortaya çıktı. Kimimiz ne kadar cimri olduğunu fark etti, kimimiz ne kadar yardımsever... Kimimiz özgürlüğün kıymetini anladı, kimimiz ailenin... Biz yetişkinler için zor bir süreçti ama dijital çağın çocukları için yeni yaşama biçimi konusunda harika bir tatbikat oldu. Bu süreçte yazmakla uğraştım. İtiraf ediyorum, kitap yazmak beste yapmaktan daha zor, daha yorucu ve daha karmaşık fakat daha eğlenceli. Sınırlarımı zorlamak heyecan verici. Okuyucuların olumlu eleştirileri beni yazmaya daha da heveslendirirken kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum.”


‘Sanatçı, halkının dilidir’


Sanatçı, sokağın, yaşadığı coğrafyanın, halkının dilidir. Bir kalbe girebilmek için o kalpten gelmek gerektiğini bilir. Hayalini, beklentisini, özlemini, kaygısını, şikâyetini tanır. O sebepten sahiplenir sanatçısını halk. Halkın beklentisini en etkin şekilde duyuran bir duruştur sanatçılık.

Uzlaşmaya ihtiyacımız var

- Sizin her zaman bir siyasi duruşunuz da oldu...

Gerçekte siyasi duruştan öte beklentilerim var. Farklı fikirlerin savaşmak yerine uzlaştığı, geçmiş ve gelecek ülküsünün, ortak değerlerin aynı payda altında buluştuğu, kardeşin kardeşi dışlamadığı bir ülke istiyorum. Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, içinde mizahın da olduğu uzlaşmacı siyaset dilidir.



- Son kitabınızda Ergenekon ve Balyoz mağdurlarını anlatmıştınız. Yeni kitabınızın konusu nedir?

Masallara bayılan biriyim ve fark ettim ki masallara inanmayı seven bir kuşağız. Bu kitapta yüzyıllar boyunca tozlu raflarda uyuyakalmış, okuyucusunu bekleyen masallarla buluşacağız.

- Müzik sektörü giderek dijitalleşti. Şarkılar önce sosyal medyada patlıyor. Sizin ne diyorsunuz bu yeni düzene?

Şarkı patlamalarının dinleyiciye bir yararı olduğunu sanmıyorum. Dünyanın her yerinden gelen milyonlarca şarkı, müzikal zenginlikten öte bezginlik yaratmış durumda. Bu dönemi şöyle örnekleyebilirim; beş yıldızlı otelin büfesinden onlarca çeşit yemeği tabak tabak önünüze koyup yiyorsunuz ama sofradan aç kalkıp köşedeki bildiğiniz köfteciye gidiyorsunuz. 90’lar, işte o köşedeki köfteciler!..

Ege, müziğiyle 90’lara damga vurmuştu.


- Konserler ne zaman başlayacak?

Konserlere temmuzun ilk haftasıyla birlikte başlayacağız. Sahnede olmayı, şarkı söylemeyi, seyirciyle buluşmayı ve o büyülü bütünleşmeleri çok özledim. Hayatımın en güzel yorgunluklarıdır konser sonraları... Salondan kulise taşan mutluluk rüzgârı…