Birçok ülkede kontrol altına alınan koronavirüs vakaları yeniden artışa geçti. Bu ülkeler arasında Türkiye de var. Peki bu artışın nedeni rehavet mi? Virüs mutasyona uğradı mı? Testler vatandaşlara değil ayrıcalıklı gruplara mı yapılıyor? Okullar açılmalı mı? 65 yaş üstü vatandaşlara kısıtlamalar gerekli mi? Aşı çalışmaları ne durumda?

İşte tüm bu soruların yanıtını özel bir hastanenin Kardiyoloji Bölümünden Prof. Dr. Bengi Başer verdi.

“SİYASİLERİN AÇIKLAMALARI İKİLEM YARATTI”

Tüm dünyanın yaz başına güzel vaka sayılarıyla girdiğine dikkat çeken Başer, artışın nedenini şöyle açıkladı:
“Aşırı özgürlüklerden yoksun bırakmak galiba insan doğasına biraz aykırı. Bir bıkkınlık oldu. Siyasi liderlerin de etkisi büyük. Mesela Amerika, İngiltere, Brezilya gibi ülkelerde de gördük. Biz bu işi hallediyoruz bitebilir, yaz zamanı bitebilir ya da bunun bir süreci var bu virüs belki de kendiliğinden silinecek gibi ifadeler insanlarda rahatlığa yol açtı.

Bütün bunlar insanlarda ikilem yarattı, hatta garip komplo teorileri bile üretildi. Bir diğer rehavet sebebi ise açılımlar oldu. 'Yeni normal' dendi ama insanoğlu konfor ve sosyalliğinden ödün vermemek adına çok fazla gevşedi. Ve bir anda dizginlerinden boşanırcasına insanlar kendini dışarı attı, ne mesafe ne maske umursamadılar”.



“DÜNYA GENELİNDE ÖLÜMLER AZALDI”

Corona virüsünün mutasyona uğrayıp uğramadığına ilişkin açıklamalarda bulunan Başer, bu konuda dünya genelindeki fikirlerin çok çeşitli olduğunu vurguladı.

“Virüs mutasyona uğradı” diyenin de “uğramadı” diyenin de olduğuna işaret eden Başer, konuya ilişkin şunları söyledi:
“Ölüm oranlarının düştüğünü söyleyen bazı bilim insanları bunun sebebinin virüsün mutasyona uğraması olduğunu belirtiyor. Bazı bilim çevreleri ise ölüm oranlarının düşmesinde riskli grupların ilk ölümlerle birlikte azaldığını savunuyor.

Türk Tabipler Birliği’nin açıklaması ise ölüm oranlarının arttığı yönünde. Tabi bu sonucun çıkmasında, test sayıları, sadece pozitif vakaları baz alıyor olmamız, asemptomatik vakaları atlıyor oluşumuz etkili olabilir, bu oranları bozuyor olabilir. Dünya genelinde ölümlerin azaldığı bir gerçek, bunda belki erken tanı ve tedavi başarısı gibi unsurlar da var” diye konuştu.

“TESTLER AYRICALIKLI GRUPLARA YAPILIYOR”

Testlerin halktan ziyade siyasiler, siyasilerin organizasyonlarına katılacak kişiler ve futbolcular gibi belirlenen bazı ayrıcalıklı gruplara yapıldığına ilişkin iddialarla ilgili değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Başer, şunları söyledi:
“Bunlar ne yazık ki doğru. Bizler de şahit oluyoruz. Keşke olmasa. Bizim istediğimiz şudur; toplumdan da alınacak testlerin yanında en önemlisi bulaştırıcı olma ihtimali yüksek olan kesimlere düzenli test yapılması.

Mesela biz sağlık çalışanları, toplu taşıma sürücüleri, bankacılar, market çalışanları gibi sürekli insanlarla iletişim halinde olan kesimler. Mesela turizm de bunun içine dahil edilebilir. Ki ne kadar test yapıldı otellerde çalışanlara bilmiyoruz.

Biraz daha şeffaflığa ihtiyaç var. Tekrar edilen testlerin sayısı pek bir anlam ifade etmiyor. Yapılan test sayısından ziyade test yapılan kişi sayısı ve test yapılan grupların açıklanması önemli. Testlerin son dönemde artışı güzel bir şey, ama bu artışın daha dengeli ve dediğim kesimlere yoğunlukla yapılması bizi daha nitelikli test yapan bir ülke haline getirecektir.”



“VAKA SAYILARI ARASINDA ÇELİŞKİLER VAR”

Vaka sayıları ile ilgili Sağlık Müdürlüklerinden farklı, valiliklerden farklı, Türk Tabipler Birliği'nden farklı rakamlar geldiğini anlatan Başer, “Mesela Ankara’da sadece günlük binlerin üzerine çıkan vaka sayılarından bahsediliyor. Hastaneler dolu deniyor. Güneydoğuda, Konya’da meslektaşlarımız var, onlardan da bilgi geliyor. Ama resmi açıklama olarak da Sağlık Bakanlığını baz almak zorundayız.

Tabi tüm bunları birleştirdiğimizde bir çelişki çıkıyor ortaya. Bilmiyorum bu nasıl çözümlenecek. Belki şehir şehir veriler ortaya konabilir. Hatta keşke hastane hastane verileri ortaya koysak şeffaf bir biçimde, bir çok ülkenin yaptığı gibi” ifadelerinde bulundu.

“21 EYLÜL OKULLAR İÇİN ERKEN BİR TARİH”

Okulların açılmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Başer, seyreltilmiş kademeli bir eğitim planlaması yapılması gerektiğini söyledi. Ancak var olan şartlarda 21 Eylül’ün erken bir tarih olduğuna dikkat çekti. Başer, şunları kaydetti:
“Bizde kaç derslik var? Kaç devlet okulu kaç özel okul var? Hangi şartlar ayarlanabilir? Hangi sınıfa kaç çocuk alınabilir? Aslında bu veri tabanı oluşturularak analizlere göre hareket edilebilirdi. Özel okullar bir takım konularda öncülük yapabilirdi. Kardeş okullar seçilebilirdi.

Malum devletin ayırdığı pay çok yüksek değil milli eğitime. Onun için bu okullarda yapılabilecek şeyler çok sınırlı. En merkezi yerlerde bile hijyenden yoksun pek çok devlet okulu görebiliyorsunuz. Tuvaletlerin bu anlamda bulaşıcı olduğu biliniyor ama bu anlamada neler yapıldı bilmiyoruz.

İyi bir planlama için önümüzde kocaman bir yaz vardı. Ama bu ne kadar yapıldı bilmiyoruz. Şimdi çok hızlı bir şekilde bir şeyleri idare etmeye çalışıyoruz ama 21 Eylül’ün erken bir tarih olduğunu düşünüyorum.

Eğer açılacaksa belli bir sistem oturtulmalı, sınıflar ve hasta sayılarına bakarak günlük ne oluyor analiz edilmeli. Günlük düzenli testler yapılmalı. Tüm bunlara rağmen okullarını açan İsrail, Avusturalya, ABD, Çin, Almanya, Güney Kore’de vakalar artınca tekrar okulları kapattılar, karantinalara başladılar. Biz korkulu rüya görmemek için en güzeli en baştan kontrollü gidelim. Testleri arttıracağımız bir süreci oluşturalım.”



“SALGIN SONBAHARDA ÇILGIN BİR ARTIŞ GÖSTERECEK”

Salgını seyri ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Başer, sonbaharı işaret etti,
“Görünen köy kılavuz istemez. Çok zeki olmamız da gerekmiyor. Gerek Dünya Sağlık Örgütü gerek epidemiyologlar, bilim insanları olarak bizler diyoruz ki, bu salgın sonbaharda çok çılgın bir artış gösterecek. Vaka sayıları daha da artacak.

Sebebi ise mevsimsel griplerin ifluenza başta olmak üzere artması, soğuk havalarla birlikte kapalı ortamlarda bulaş riskinin fazlalaşması. Dolayısıyla bütün bunları yaptıktan sonra doğru dürüst okulları açalım. Onun için ben bu sonbaharın bütün bunların yapılması için biraz erken olduğuna inananlardanım” dedi.

“SEÇİMLERDEKİ ÖRGÜTLENMELER GİBİ ÖRGÜTLENMELİ”

Başer, halen sokağa çıkmalarında kısıtlamalar bulunan 65 yaş ve üstü vatandaşların durumuna da dikkat çekti. Yaşlıların evde tutularak risklerden korunamayacağını anlatan Başer, şu ifadelerde bulundu:
“Çünkü en büyük etkileşimler ve kümelenmeler ev ortamlarında oluyor. Evde tutmak yerine belli saatleri ayırıp şu şu saatlerde banka market alışveriş merkezi ve saire bu gruba aittir diyebilirsiniz. Bakın batıda bir sürü ülke bunu yapıyor. Ya da muhtarlıklarla hatta gerekirse apartman yöneticilerine kadar birlikte çok güzel bir örgütlenme yapabilirsiniz.

Biliyorsunuz biz seçim zamanlarında çok güzel örgütleniyoruz, muhtarlarımızın hepsini kullanıyoruz. Bu zamanda da kullanalım biz onları. Güzelce mahallerimizi örgütleyelim. İnanın olur bu. Sadece 65 yaş üstünü eve kapatmak olmaz. Adil olmak gerek. Çoğu dar gelirli insanlar, emekli insanlar. Çoğu akşam pazarına gidiyor daha ucuza gıda alabilmek için.

Herkesin çoluğu çocuğu yok ki. Yalnız olanlar, yardım edeni olmayanlar da var. Bu şekilde sivil itaatsizliğe yöneltirsiniz insanları. Ki o grup herkesten daha çok dikkatli ve biz haksızlık yapıyoruz o gruba.”

“AŞIYA ÇOK BEL BAĞLAMAYIN”



Prof. Dr. Başer, tüm dünyada devam eden aşı çalışmaları ve siyasilerin bu konudaki konuşmalarıyla ilgili de dikkat çekici açıklamalar yaptı. Yeni bir dünya düzenine girildiğine işaret eden Başer, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yeni bir dünya düzenine girdik. Çok prototip liderler var. ABD’de, Rusya’da, İngiltere’de görüyoruz. Mesela Trump seçimlerden önce aşıyı yetiştireceksiniz diyor, bilim insanları bunu eleştiriyor. Herşeyin bir planlaması, zamanı vardır ona göre çalışması yürütülür.

Rusya’ya baktığımızda bir anda aşıyı bulduk dediler sanki vahiy inmiş gibi ama açıklanmış tam bir bilimsel veri yok. Ben kızıma yaptırdım gibi bir bilimsellik olamaz. Dolayısıyla Rusya’nın amacı kendisi ön plana çıkartmak ilk silahı ben çekerim demektir.

Yeni dediğim yeni düzende nasıl ki bir nükleer silah, petrol sahibi olmak önemliyse aşı sahibi de olmak çok önemli görülüyor. O nedenle bir yarış var. ama bu öncelik değil insan hayatı söz konusu. Peki biz nasıl güveneceğiz? Bilimden şaşmamak lazım.

Bu anlamda da Almanya’nın, İngiltere’nin, ABD’nin çalıştığı aşılar son derece güven verici ve ön sonuçları iyi olan çalışmalar. Türkiye’de de Biyontech firmasının Pfizer ile birlikte yürüttüğü aşı çalışmalarına İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Faz 3 çalışması için ortak oldu.

CORONA AŞISI NE KADAR KORUR?

Dünya Sağlık Örgütü açıklamasında ‘Aşıya çok bel bağlamayın belki hiç olmayacak’ dedi. ‘Maske, mesafe ve hijyen uzun süre tek koruyucumuz olabilir’ dediler.

Bakın bugün yapılan influenza aşısı bile asla yüzde 100 korumaz ki, yüzde 70 korur. Corona virüsü aşısı için de yüzde kaç korur, ne kadar süreyle korur bunu net olarak bilmiyoruz. Faz 3 çalışmalarıyla birlikte ilerleyen süreçlerde netleşecek bu bilgiler.”