Tüm dünyayı etkisi altına alan coronavirüs salgını, Türkiye’de Mart ayında görülmeye başlamış ve birtakım tedbirleri de beraberinde getirmişti. Mart ayında İstanbul’da ilk kez görülen ve hızla yayılan virüs, Türkiye’de salgının merkezini İstanbul yapmış ve yurt genelinde en çok kısıtlama İstanbul’a getirilmişti. 1 Haziran itibariyle şehirler arası seyahat yasağının kaldırılması ve ‘Yeni normal’e geçilmesi salgının Anadolu’da etkisini artırmasına neden olmuştu.  Havaların soğumasıyla beraber tatilcilerin ve memleketlerine giden vatandaşların İstanbul’a dönmesiyle salgının başkenti yeniden İstanbul oldu. İstanbul Tabip Odası Başkanı İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı, Prof. Dr. Pınar Saip, İstanbul’daki son durumu ve alınması gereken tedbirleri SÖZCÜ’ye anlattı. Başkan Pınar Saip, “Yoğun çalışma yaşamının devam ettiği İstanbul’da hem sağlık çalışanlarını hem de toplumu kış döneminin başlaması ile birlikte zor günler bekliyor” dedi. İzmir’de depremin ardından vakaların artabileceğine dikkat çekti. İşte Prof. Dr. Pınar Saip’in açıklamaları:

“GEREKLİ ÖNLEMLER ALINMADI”

İstanbul’da nüfus yoğunluğunun çok fazla olması itibariyle yaşam ve çalışma alanları ile ilgili gerekli önlemler alınmadığı için vaka sayıları hızla artıyor. Haziran ayında vaka sayıları azalmaya başlamışken aniden hızla normalleşmeye geçildi. Vakalar artmaya başladığında da gerekli önlemler alınmadı. Resmi verilere göre ülkemizin nüfus olarak yüzde 20’sini oluşturmasına rağmen vakaların yaklaşık yüzde 40’ı İstanbul’dadır. Yoğun çalışma yaşamının devam ettiği İstanbul’da hem sağlık çalışanlarını hem de toplumu kış döneminin başlaması ile birlikte zor günler bekliyor.

İstanbul Tabip Odası olarak İstanbul’daki vaka artışının alarm verdiğini 27 Ekim’de duyurduk. Toplum ve yetkilileri uyardık. Hasta yükünü azaltacak, Covid-19‘la karışmayı engelleyecek mevsimsel grip aşısı bile uyarılarımıza rağmen yeterli sayıda sağlanmadı. İthal edilenden en az 10 kat daha fazla gereksinim var. Ev içinde bulaşma çok yaygın. Hastaneye yatırılmayan hatta hasta bile kabul edilmediği için rakamlara yansımayan hastalardan ev koşulları uygun olmayanlar ücretsiz olarak yurt, misafirhane veya otellerde gözetim altında tutulmalıdır.

Prof. Dr. Pınar Saip


“ŞEFFAF BİR PAYLAŞIM YOK”

Bilim Kurulu salgınla mücadelede hangi tavsiyeleri verdiğini bile şeffaf paylaşmıyor. Hangi kararlar alınıyor, hangileri uygulanıyor veya uygulanmıyor bilmiyoruz. Veriler şeffaf bir şekilde paylaşılmıyor ve önlemler verilere göre alınmıyor. Bilim Kurulu bile verilerin detaylarını bilmiyor. Bu şekilde bir salgın mücadelesinin bilimin ışığında yapıldığı söylenemez. Örneğin, her yapılacak açılma ve kapanma için yüzbin başına düşen vaka sayısının bilinmesi gerekirken gerçek vaka sayısı Sağlık Bakanlığı dahil olmak üzere gerçek anlamda hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Bunu bakanlığın en yetkili kişileri tarafından yapılan yayınlardaki çok sayıda sehven yapılan hatalardan anlayabiliriz. Salgın yönetimi halk sağlığı uzmanlarının yönetiminde yerel yönetimlerle birlikte ilgili uzmanlık dernekleri ve meslek odalarının katılımının sağlandığı yetkisi ve sorumluluğu tanımlanmış hesap verebilen bir kurul tarafından yapılmalı.

İzmir’de yaşanan deprem, gerçekten trajik bir durum yaşanıyor. Salgında en güvenli ortam olarak önerilen evlerin aslında Covid-19’dan bile daha tehlikeli olduğunu acı bir deneyimle yaşıyoruz. Ülkemizdeki rakamları bilmiyoruz ama diğer ülkelerde yapılan çalışmalar salgında ölümlerin daha çok alt gelir gruplarında olduğunu ortaya koymakta, aynı depremde olduğu gibi.

Tarihte uygarlıkların salgın ve depremler sonrasında yıkıldığını görüyoruz. Bunlar büyük felaketler. Sosyal devletlerin öncelikle bunları önleyen tedbirleri alması gerekir. Maalesef salgın depremin görüldüğü bölgede artabilir. Arama, kurtarma sırasında, evsiz kaldığınızda, yakınlarınız göçük altındayken, acılar içindeyken fiziksel mesafenin korunması çok zor.

“PANDEMİ YATAKLARI ARTTI”

Vaka sayısının verilen rakamlardan en az 10 kat daha fazla olduğu söylenebilir. Ama ne kadar fazla olduğunu mevcut verilerle söylemek çok zor. Çünkü yeterli test ve temaslı takibi yapılmıyor. Yapılan testlerin doğruluk yüzdesi bilinmiyor. Testi pozitif hasta sayısı bile açıklanmıyor. Görev yaptığım İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaz aylarında coronavirüs dışı muayeneler başlamıştı. Şimdi vakaların artmasıyla tekrar pandemi yatakları arttırıldı, acil ve çok gerekli durum dışındaki tedaviler ertelenmeye başladı.


YÖNETEMEDİKLERİ SÜRECİN TÜM YÜKÜ SAĞLIKÇILARA YÜKLENDİ


Sağlık çalışanları getirilen izin ve istifa yasağına da değinen Saip şöyle konuştu: “Hakkınız ödenmez diyorlar gerçekten ödemiyorlar. Covid-19 hastalığı sağlık çalışanlarında 10 kat daha fazla görülmesine rağmen meslek hastalığı olarak hala kabul edilmedi. Kamu hastaneleri işletme haline geldiği ve hekim gelirleri performansa göre belirlendiği için pandemi döneminde hem kamu hem de özelde sağlık çalışanlarının gelirlerinde çok azalma oldu. Kamuda ek ödeme dağıtımı adaletsiz yapıldı, çok az çalışan yararlandı. Emekliliğe yansıyacak maaş artışları sağlanmadı. Bazı hastanelerde hak edilen döner sermayeler bile ödenmedi. Salgın sürecine çalışanlarının katılımı sağlanmadı. Zaten çok yıpranan ve yaptığı zorlu görevin karşılığını ne maddi ne manevi olarak alamayan sağlık çalışanlarında erken emeklilik ve istifalara neden oldu. Sağlık çalışanlarından moral ve motivasyon sağlamanın gönüllü yolları varken yönetemedikleri sürecin tüm yükü sağlıkçılara yüklendi. Sağlıkçıların bu yükü kaldırması mümkün değil. Sürekli yeni hastaneler açılıyor ama burada çalışacak deneyimli ve nitelikli sağlık elemanı kolay yetişmiyor. Taleplerimiz, ek ödeme adaletsizliği giderilmeli, performansa bağlı ödeme şekillerinden vazgeçilerek maaşlar insanca yaşamı sağlayacak düzeye getirilmelidir. Sağlık çalışanları için güvenli çalışma koşulları sağlanmalı, düzenli test yapılmalı, grip aşısı yapılmalı, çalışma ortamlarında ve toplumda saygınlıkları korunmalı, COVID-19 meslek hastalığı olarak kabul edilmelidir.”