Film izler gibi izliyor toplum; öldürülen kadınları, istismara uğrayan çocukları, zehirlenen ya da tecavüz edilen köpekleri, patileri kesilen kedileri. Sosyal medya adeta savaş alanı; küfürler, hakaretler, tehditler uçuşuyor. Ya siyasetin dili? Ayasofya’da namaz kıldıran DİB Başkanı’nın konuşmasında bile “lanet” vardı. Siyaseten o gün müze olarak düşünülen, bugün yine siyaseten cami haline getirilen Ayasofya “lanet” zemini olabilir mi? Vatandaşlar olarak devletin aldığı karara elbette saygılıyız, hele bu denli dünyanın gözü üzerimizdeyken. Fethin sembolü Ayasofya, müze olarak da bizimdi, cami olarak da bizim. Yarın devletin yararlarını dikkate alan başka bir karar da çıkabilir, o gün de bizim. Fakat bir Müslüman olarak söylemek zorundayım; Ayasofya’nın müze olarak kalması İslam’ın hoşgörüsünü dünyaya adeta haykırıyordu. Gelgelelim devlet yönetimi/siyaset ile inançların çatışabileceği gözden kaçmamalıdır. Örneğin padişahların evlat ya da kardeş katline hangi din, hangi inanç onay verir? Keza mabetlere yaklaşımları da böyle. Kaldı ki, insan mabetten daha önemlidir

İSLAM MABETLERİ ÖZGÜR KILAR

İslam’ın mabetlere tutumu son derece açıktır. Hz. Peygamber: “Şarkta ve garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah’ın, Peygamberin ve tüm müminlerin himayesindedir” der. Keza Hz. Ömer’in Emannamesi de, Kudüs’ün fethi sonrasında, şehrin dini, kültürel ve sosyal yapısını koruyan bir vesikadır.  Emanname’de “Kiliseler mesken yapılmayacak, kısmen dahi olsa işgal edilmeyecek, içindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır” denilir. Kudüs’ün fethi sırasında, vakit namazını Kimame kilisesinin avlusunda kılan Ömer’e, “neden içeride kılmıyorsun” diye sorarlar. Ömer, “Şayet kilisede namaz kılsaydım, benden sonra, Müslümanlar burada namaz kıldı diye kiliseyi elinizden alırlardı” diyerek tüm insanlığa İslam’ın hoşgörüsünü göstermiştir.

LANET MÜSLÜMANIN ŞİARI OLAMAZ

Bir diğer husus, Uhud’ta, eli yüzü kan revan içinde bırakılan Hz. Peygamber, düşmanına dahi lanet okumamış, bilakis rahmet peygamberi olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. DİB Başkanı’nın örnek alacağı kişi Peygamber değil midir? Makam hırsı, çıkar, beklenti nasıl oluyor da en ulvi yerlerde, en ulvi duygulara galebe çalabiliyor? Neden sevgiyle, şefkatle, barış sözcükleriyle yaklaşmak yerine illa çatışma, illa kutuplaşma ihtiyacı hissediliyor? Fatih’in vakıfnamesinde böyle bir cümle olsa bile, İslam ile de örtüşen yeni kurulan Türk Devleti’nin dönemsel hassasiyetleri olarak görülemez mi? Kaldı ki Murat Bardakçı bunun olmadığını adeta bağırıyor:  “...böyle bir şey yok vakfiyede, adamcağızın (Fatih’in) aklına bile gelmez, caminin müze haline gelmesi. Bu vakfiyede Ayasofya ile ilgili geçen her şey oraya harcanacak paralarla ilgilidir. Lütfen Allah aşkına internet/ideolojik sitelerinde yazılan yalan yanlış şeylere inanmayın” diyor. Prof. İlber Ortaylı Hoca’yı aradım, “Murat Bardakçı haklı” dedi.

Ezcümle DİB Başkanı’nın ifadeleri, temsil ettiği İslam ile örtüşmedi. Mustafa Kemal Atatürk’ü birileri sevmiyor olabilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunu, Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı’nı, yaşadığı topraklar hürmetine saygı ile anmak her Türk vatandaşının görevi olmalıdır. Vefa da dindendir, hatırlatmak isterim.

Aslında kadına şiddeti yazmak için başlamıştım. Lakin yazı kendiliğinden şiddetin bu boyutuna taşıdı beni. Hutbedeki görüntüye istinaden de söyleyelim ki, kalem kılıçtan keskindir.