Siz okurlarımdan özür diliyorum, geçen haftaki yazımın devamını haftaya bıraktım. Ancak bu yazı da kötülük probleminden bağımsız değil. Zira ahlaki kötülüğün temelinde kayırmacılığın, adaletsizliğin, liyakatsizliğin, kendini bilmezliğin yattığını görürüz. İşte tipik örneğidir, günlerdir sosyal medyada tartışılan Menzil Tarikatı’ndan Ali Edizer’in şımarık ve bir o kadar da cehalet içeren açıklamaları; dolayısıyla değinmeden geçemedim. Bu zat görevinden alındı (bu açıdan Sağlık Bakanı’nı tebrik edelim) ama GATA gibi köklü bir kuruma (ki tarihinde ilktir belki de) böyle bir kişinin başhekim yardımcısı olarak atanmış olması vicdanları sızlattı. Demek ki, Menzilci olması yetmiş! Güya doktor ama doktorluğuyla ilgili ettiği tek kelam yok videolarında; mesleği dışında her şeye hâkim:  Evlilikler kurtarıyor çok evliliği savunarak, Medeni Kanun’la mücadele ediyor, II. Mahmut’a kadar uzanıp modernleşme eleştirileri yapıyor, kılık kıyafet belirliyor, Arap’ın entarisi üzerinden dini hükümler veriyor vs. vs. Bu müptezel açıklamaların sebebi kafasında oluşturduğu şeriat düzeni.

CEHALETİN HÂKİMİYETİ

Öncelikle şu tespiti yapalım; Ali Edizer ve benzerlerinin Müslüman giysisi olarak niteledikleri entari Peygamberin düşmanı Ebu Cehil’in de, o coğrafyada yaşayan müşriklerin de kıyafetiydi; bugün de Türk mallarını boykot eden Arapların, coğrafyalarından kaynaklı tercihidir. İkincisi, Arap kültüründe sakalsızlık noksanlık alametidir. Hangi inançtan olursa olsun, o coğrafyada yaşayan sakalsız erkekler bu yüzden itibar görmezler. Keza Mecusiler başta olmak üzere tüm inançlarda sarıkla gezmek adettendir. Demem o ki, İslam denilince dönemin kültürünü yansıtan sakalın, sarığın, cübbenin, entarinin dile getirilmesi akla ziyandır. (Peygamberi taklit ayrı bir yazı konusu)

MUTLAK KÖTÜLÜĞÜN ADI

Gelelim esas konuya; modern devletin tüm nimetlerinden faydalanıp ve fakat laik Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı yapanlardan bu millet bıktı. Müslümanlık sadece bir kılıf; çıkarları uğruna adalet, liyakat, emanet, meşveret, maslahat gibi dinin kurucu ilkeleri yerle bir olurken bu insanların akıllarına Müslümanlık gelmez. Dertleri gerçekten İslam olsa bu beş ilkeye dört elle sarılırlar. Yaptıkları şey egolarını tatmindir. Egolarını doyuramayanlar her şeyi kontrol etmek ister ve fakat hiçbir şekilde sorgulanmak istemezler. Allah-Peygamber diyerek, sarıkla, sakalla, birkaç ibadeti insanların gözüne soka soka kötülüklerini örttüklerini zannederler. Bu tutum, bireysel kötülükten toplumsal kötülüğe, toplumsal kötülükten de teolojik kötülüğe götürecek bir dizi durumla insanları karşı karşıya bırakır.

MÜSLÜMAN DENİLİNCE AKLA GELENLER

Geçmişte Müslüman denilince, gıybet yapmayan, yalan söylemeyen, hak yemeyen, kimsenin malında-mülkünde-namusunda gözü olmayan, kul hakkı yemeyen nitelikler akla gelirdi. Şimdilerde gıybetin alasını yapan, gözümüze baka baka yalan söyleyen, kendi tarikatının adamını kayıran, liyakat nedir bilmeyen, ötekileştirmek için elinden geleni yapan, insanları inciten, kendi gibi düşünmeyenlere hakaretler yağdıran, edepsizce dil kullanan, kadın-çocuk istismarlarıyla anılan tipler akıllara geliyor.

Temsili teslime dönüştürmüş yani teoride bir inancı temsil eden ve fakat pratikte kendini kötülüğe teslim etmiş, sözde Müslüman tipler.

Çok acı, çok.

Artık Müslümanlık yok, Müslüman var. Onu da bulabilirseniz tabi. Tam da o güzel insan, o güzel şair Mehmet Akif’in dediği gibi:

“Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir/Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir.”