DİB Başkanı Ali Erbaş’ın, sosyal medyada hayli tartışılan “Ahiret inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir” sözüyle ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum. Ha keşke tarihsel tecrübe, Başkan’ı doğruluyor olsaydı. Aksine normal şartlarda yapılamayacak kötülükler dahi Tanrı’nın adı kullanılarak yapıldı ve yapılacak gibi de görünüyor. Yüzlerce yıl süren Haçlı Seferlerini oluşturan zihnin alt metninde, öldürdüğünü cehenneme gönderen bir ahiret inancı yok mu? ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin sömürdükleri ülkelere yaptıkları zulüm, din anlayışlarından bağımsız okunabilir mi? ‘Allahü Ekber’ nidalarıyla kafa koparan, insanları canlı canlı yakan, küçücük kız çocuklarını pazarda satan zihniyet ahiret inancı taşımıyor mu? Benim mezhebimden değil, benim gibi düşünmüyor, benim gibi inanmıyor, benim gibi giyinmiyor vb. diyerek “katli vacip” fetvaları çıkaranlar ahirete inanmıyor mu? Demem o ki normal vatandaştan bu denli zalim/katil kişiliklerin çıkmasının altındaki gerekçe de ahiret değil mi? Yaptığıyla cennete gideceğine inandırılmış çünkü. ‘Tanrı adına’ denildiği an kendini farklı bir konuma taşıyor ve “Allah için öldürdüm!” diyebiliyor.

DİYANET’E NAÇİZANE ÖNERİM

Asıl soru şu olmalı ve Diyanet bu zeminde yeni bir üslup başlatmalı: Tanrı’nın olduğu bir yaşamda olmaması gerekenler neden var? Bu durum, Tanrı’nın varlığıyla alakalı değil elbette, Tanrı’nın varlığının istismarıyla alakalı; Diyanet yüksek sesle ve ısrarla bunu dile getirmeli. İnanan da inanmayan da her konuda, istismar edilebilecek en iyi unsurun Tanrı olduğunu görüyor artık. Allah’ın adıyla, normalde yapılamayacak, insani ve vicdani açıdan kabul görmeyecek iknalar yapılıyor. Oysa üç dinin ortak paydasıdır; “Allah’ın adını boş yere anmayacaksın.” Demem o ki, dünyada en az iki kişiden birinin ahiret inancı var olduğuna göre, olan bitenler Ali Erbaş’ı doğrulamıyor. Ahiret inancı elbette insanı kötülükten alıkoymalı, iman bunu gerektirir. Fakat büyük fotoğraf içler acısı.

İNANMAYANI DA İÇİNE ALACAK DİL

İkinci husus, Diyanet’in öne çıkarması gereken asıl kavramlar akıl ve vicdandır. İslam’ın tüm insanlığa (inananların dışında) yönelik mesajları da vardır. Kur’an’ı Kerim, normalde, insanların akıllarıyla ve vicdanlarıyla hayatı götürmeleri gerekirken, bunu dikkate almayarak birbirleriyle olan ihtilafları üzerine kitapların gönderildiğine vurgu yapar. (Bakara/213) Yani yaratılışta akıl ve vicdandır asıl olan. Bu inanan inanmayan herkes için geçerlidir. Normalde vahiy, zorunluluk değildir, lütuftur. İnsana sorumluluk yükleyen akıldır. Her ne kadar Şafiler, vahiy zorunluluktur ve sorumluluğu vahiy yükler dese de; Mutezîlîler ve Mâturîdîler, akıl ve vicdan zorunluluktur, sorumluluğu akıl yükler, vahiy değil; diyerek aklın doğru ve yanlışı kavramada muktedir olduğuna dikkat çekerler. Dinsel düşünme biçiminde büyük bir dönüm noktasıdır bu. Demem o ki, dini söylemin bu denli yıprandığı süreçte,  Diyanet’in inandırıcı olması için, gerçeklik zemininde, geçmiş ve geleceği dikkate alan, aklı ve vicdanı öne çıkartan yeni bir din diline talip olması gerekiyor.

Maalesef yerim doldu, geçen haftanın devamı haftaya kaldı.