Doğal afetler karşısında toplumların takındıkları tutum ile gelişmişlik arasında açık bir ilişki vardır. Toplumsal zihniyet, siyasetçilerin ve yöneticilerin tavrını da belirliyor; tecrübeden ve bilimsellikten uzak açıklamalarda kullanılan kavramlar belli: Kader, ceza, günah. Böylece sorumlular kamu vicdanında aklanmış oluyorlar. Eh biraz da magazin lazım; depremi, çocuk evliliklerini yasaklamaya bağlayan profesörümüz gibi tipler de sahnedeki yerini alıyor. Her felaketi din-diyanet bağlamında değerlendirirken, demiri, çimentoyu, fay hattını, ihmali, beceriksizliği görmeyip, aklı-izanı yok sayan din satıcıları da şu ve benzer soruların muhatabı olmaktan kaçamıyorlar: “Küba’da yaşanılan depremde tek kişi ölmemiş, bu takdirde Allah Allahsızları mı seviyor?” (hâşâ)

İBADET BİREYSELDİR, ETİK TOPLUMSAL

Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, sağlıklı çevre ve gıdalar, güvenlikli binalar insanca yaşamanın unsurlarıdır. Her birey, içinde bulunduğu toplum modelinin etik zeminini inşa etmede eşit sorumluluk taşır; yozlaşma da, itibar da bu sorumluluğun sonuçlarıdır. Görev ve makamlar (eskilerin deyişiyle içtima-i mevki) büyüdükçe bu sorumluluklar da artar; yozlaşma da itibar da buna doğru orantılıdır. “Amel-i salih” kavramı bu alanı kapsar; Kur’an’da sıkça kullanılan terkipte, iman ve salih amel (iyi/doğru/faydalı eylem) birbirinin tamamlayıcısıdır. Namaz, oruç gibi yükümlülükler birer ibadettir ve sahibini bağlar. Bu dünyaya yönelik faydası ise (sağlaması da denilebilir) ibadetin tavır ve davranışlara yansıması gerekir. Kişinin ailesine, çevresine, topluma ve tüm varlığa yönelik görevleri ve sorumlulukları, uygarlığın koşullarıdır; yapıp etmelerdeki eksiklikten, yanlışlıktan, kötülükten tüm muhataplar, hatta duruma göre tüm canlılar etkilenmektedir. Kişi, “bu benim sorumluluğum değildir” diyemez.

SAMİMİYET VE İKİYÜZLÜLÜK

Varoluş sürekli devam eder, bu sürekliliği varlık kanunları (fıtratullah/adetullah) belirler; fizik yasaları, termodinamik kanunlar, biyolojinin yasaları vs. Keza deprem de yeryüzünün işleyişiyle alakalıdır; dağlar, kaplıcalar, şifalı sular, pek çok mineral ve madenler deprem sonucu ortaya çıkar. O halde yeryüzünün bu işleyişine (fıtratına) aykırı davranmak, şehirleri yanlış yerlere kurmak, etüd eksikliği, müteahhit ve denetim hataları gibi sorunları Allah’a fatura etmeye kalkışmak sapkınlıktır; sosyal ve ahlak kanunlarına (sünnetullah/sıbgatullah) ihanettir. Dindarlık, bu işleyişle ve varlıkla bütünlük oluşturmayla doğrudan alakalıdır.(Bir sakala, bir başörtüsüne gösterilen hassasiyet, yüzlerce cana mal olan konularda ve kul haklarında gösterilmiyorsa, orada inanç yoktur, din-diyanet gösterisi vardır.) Bu ikiyüzlülüğün, bu riyakârlığın, bu hamasetin, bu samimiyetsizliğin hesabını Tanrı elbet soracaktır.