Dostoyevski’nin son romanı Karamazov Kardeşler’in en çarpıcı bölümü ‘Büyük Engizisyoncu’ dur. İnanç sömürüsü ve din istismarı müthiş tespitlerle çok iyi işlenmiştir; okuyucuya gayri ihtiyari ‘bu yazgı neden hiç değişmiyor’ sorusunu sordurtur. Yazar, İsa’yı yeryüzüne indirir; ama siz isterseniz Hz. İsa’nın yerine Hz. Muhammed’i koyarak da okuyabilirsiniz; hiç kuşkum yok, statükocu İslam temsilcileri, romandaki Kardinali aratmayacaklardır. Hatta öyle ki “sen dini bilmiyorsun, bize tabi ol” deme cüretinde bulunup, onu sığaya çekmek isteyenler dahi çıkacaktır. Gelelim hikâyemize:

16. yüzyıl. Engizisyonun kasıp kavurduğu yıllar. Hz. İsa, Sevilla bölgesinde yeryüzüne iner. İnsanlar onu hemen tanırlar. Gerçekleştirdiği pek çok mucize, insanları ayaklarına kapatır. Yaşlı, kör bir adamın gözlerini açar, yeni ölmüş bir kız çocuğunu diriltir. Etrafında toplanan insanlar kısa zamanda çoğalır. Lakin olup bitenleri uzaktan izleyen Kardinal kızgındır. Nihayet muhafızlarına talimat verir ve İsa’yı tutuklatır. Çünkü İsa, karışıklık, aksaklık yaratmakta ve alışkanlıkları sarsmaktadır. İsa tutuklanırken etrafındaki kalabalığın tutumu bir anda değişir! Öyle ki, hemen, “tek bir varlık gibi engizitörün karşısında yerlere kadar eğilirler.”

MUCİZE, SIR VE OTORİTENİN GÜCÜ

İsa zindana atılır. Bundan sonra geçen diyaloglarda, insanın, belki de en çok özgür olması gereken yerde, nasıl sürüleştirildiği ve zihninin nasıl tutsak kılındığı anlatılır. “İnsan, Tanrı’dan ziyade mucizeler arar” der, Dostoyevski.

Kardinal, İsa’nın hücresine gelince: “Bize yeniden haber vereceğin her şey, insanların inanma özgürlüğüne zarar verir!” der ve onu konuşturmaz. Kardinal, İncil’den, Şeytan’ın İsa’ya meydan okuma bahsini açar ve okumaya başlar:

İlkinde, Şeytan, taşları gösterir ve onları ekmek yapması için İsa’ya emreder. İsa reddeder, zira itaatin mucize ile değil, gönülden olmasını dilemektedir. İnanç ekmekle satın alınamaz.

İkincisinde, İsa’yı kilisenin en yüksek yerine çıkarır ve buradan atla, Tanrı’nın oğlu isen melekler seni koruyacaktır der, İsa Tanrı’nı denemeye kalkışma” diyerek, burada da mucize göstermeyi reddeder.

Üçüncüsünde ise Şeytan, bana secde et, dünyanın krallıkları ve ihtişamı senin olsun, der; İsa, yalnızca Tanrı’nın önünde secde edeceğini söyleyerek yeryüzü krallığını reddeder.

Dostoyevski’ye göre bu üç tavır, Tanrı-insan ilişkisinde özgür iradenin önemini apaçık ortaya koyar. İsa ruhsal özgürlüğü savunmuştur. Engizisyoncu bunun zararlı olduğunu düşünmektedir. Özgür düşünce ve onun ortaya koyduğu sorular insanı mutsuz kılar; dolayısıyla “Karınca yığınları” dediği insanlar yönetilmelidir. Hele Kardinalin,  İsa’ya “biz özgürlüğü senin adına sonlandırdık” demesi, tüm dinlerin yazgısını anlatır mahiyettedir.

DİNLERİN PARADOKSU

İşte bu durum, din ile ahlak arasındaki ilişkide, dinin köle ahlakını nasıl kurduğuna, o ahlakın nasıl da dinin kaynağından uzak bir otorite ile ilişki içinde geliştiğine işaret eder. İnsanların peşinden gittikleri ile Tanrı’nın istedikleri arasındaki farklılık; insanların peşinden gittikleri lehine bir değişme doğurur. Bu dönüşümün mimarları, dini kurumsal bir yapıya kavuşturan ve onu bir otorite biçimi olarak kullananlardır. Bu durum ne yazık ki her dinde aynıdır.