“Yaşlı mürşit ile genç mürit yolculuk yaparken bir köye yaklaşırlar. Mürşit müridine, ‘evladım ben yoruldum, şu incir ağacı altında dinleneyim, sen git, köyün çeşmesinden bana su getir’ der. Mürit çeşmeye vardığında, güzel bir kız görür ve âşık olur. Kız da gönüllüdür, iste beni babamdan, der. Böylece kızı takip eder, eve varınca babasından ister; baba bu eli-yüzü düzgün, temiz görünümlü delikanlıya kızını verir. Evlenirler. Yıllar geçer, çoluk-çocuk sahibi olurlar. Belli yaşlara gelen çocuklar yuvadan gider. Bir zaman sonra yaşlı mürit eşini de kaybeder. Yapayalnız kalmıştır. İçine düştüğü yalnızlığı derinden hissettiği o anda birden incir ağacının altında bıraktığı hocası aklına gelir. Testiyi kaptığı gibi çeşmeye, oradan da incir ağacına koşar. Yaşlı mürşit oradadır. Nefes nefese gelen müridine sorar: Nerde kaldın, az kalsın ben de gidecektim!”

Hikâyeyi, internet üzerinden ‘Felsefe Söyleşileri’ başlatan Dücane Cündioğlu’ndan dinledim. Öncelikle tavsiye ederim, felsefe iyidir şu günlerde, her çarşamba saat 21.30’da Üstad YouTube’da.

NEYİ UNUTTUK

Koronavirüs günleri kendimizle yüzleşmek adına bir fırsat olabilir mi? Belki. Pek çoğumuz, metaforlarla dolu bu hikâyenin tam da ortasındayız. Kendimizi daha doğrusu hakikat peşindeki aklımızı, (buna vicdan da diyebilirsiniz) incir ağacının altında unuttuk. Peşinden koştuğumuz hazlar, bitmeyen arzular ve ihtiyaçlar, bizi bizden etti; öfke, kızgınlık ve nefret büyük çoğunluğun kanında dolaşıyor artık.

İnsan bir tarafı duygu, bir tarafı akıl olan, bundan dolayı da sürekli gerilim yaşayan trajik bir varlıktır. Bu gerilim yaşamın kaynağıdır, ancak onun dengede yürütülmesi gerekir. Olup biteni duygu görmez, akıl görür; duygunun bizi nereye götüreceğini düşünerek önlem alacak yeti akıldır. Varlık (vücut) ile vicdan aynı kökten gelir. Var olmak vicdan sahibi olmayı ve insanın geldiği kaynağa kopmaz bir bağ ile (akıl bağ demektir) bağlanmayı şart kılar. Değerleri ancak böyle keşfederiz, iyiye, güzele ve doğruya böyle meylederiz.

İRŞAT VE İRADE VARLIĞIYIZ

İnsan irade eden, isteyen, arzu eden (mürit) bir varlıktır. Aynı zamanda kendisini sîgaya çekecek (mürşit) potansiyelde yaratılmıştır. “Vicdan Tanrı’nın benimle konuşması değil, benim kendimle konuşmamdır” der Heidegger. Vicdan bir çağrıdır, ama o sessizdir; hikâyede olduğu gibi insanın yapayalnızlığında, ta ki çıplak hakikatler eşliğinde ortaya çıkar. “Dünyanın gevezeliğini” bastırmak hayatın olağan akışında neredeyse imkânsız hale geldi. Bugünlerde eve kapanmak bizi olağanın dışına çıkardı. (Çok şükür evlerimiz sığınacak limanlarımız olarak elimizde, bir deprem felaketi için o dahi olmayabilir örneğin, Allah korusun.)

Hayatı bir nevi durdurduk, fırsattır; incir ağacının altında unuttuğumuz bizi çağırıyor, geç kalmayalım.