“İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir” der Napolyon. Tarihin her döneminde düşünenler az; düşünceyi bir tık yukarı taşıyanlar ise yok denecek kadar az. Bir de çığır açanlar var; onlar bazen yüzyılda bir, bazen birkaç yüzyılda bir ortaya çıkmışlar; kriz yaşanan alanlarda yeni bir yöntemle, yeni bir yol başlatanlara Ali Şeriatiyıldızlar’ der. Müslüman dünya, yüzyıllardır yeni yıldızlarını arıyor; tarihteki yıldızlarını günümüze sağlıklı taşıyıp taşıyamadıkları ise ayrı bir tartışma.

BÜYÜK ALİM MÂTURÎDÎ

Türk toplumunun büyük çoğunluğu itikatta Mâturîdî, amelde Hanefî mezhebindendir denilir. (Denilir diyorum zira pratikte Eş’arîlik ve Şafiilik hükmünü sürdürüyor.) Teorilerinde akıl-nakil dengesini kurmaya çalışan Mâturîdî, yaşanılan çağın (coğrafyanın, toplumun, kültürün) şartlarını dikkate almayı zorunlu görür. Bir o kadar da iradenin özgürleştirilmesini önemser. Mâturîdî’ye göre bilgi kaynakları; aklın istidlal (çıkarım) yoluyla elde ettiği bilgi, doğruluğu esas olan haber kaynakları, deney ve gözleme dayalı bilgidir. Gelin görün ki, Müslüman gelenekte “bana bu kitabı Allah yazdırdı” diyen meczuplar, dini araç haline getiren siyasiler, manevi keşifler, rüyalar, hurafeler bu temel bilgi kaynaklarından ve Mâturîdî gibi bilginlerden çok daha fazla itibar görmüş.

MÂTURÎDÎLİK VE AYDINLANMA İLİŞKİSİNİ YENİDEN OKUMAK

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün tespitiyle; “doğrusal bir seyir takip eden düşünce, tarihin belli dönemlerinde düğümlenir. Bu düğümü çözen o döneme damga vuran isim olur. Düşünce tarihinde de bu isimden önce ya da sonra diye tasnife başlanır. Mâturîdî bu isimlerdendir.”  

Mâturîdî metodunda dikkat çeken üç husus; hem inanç, hem toplumsal ahlak, hem de dinin yerli yerine konulması bakımından tartışmalara ışık tutacak mahiyettedir:

Birincisi, Maturidî, taklidî imanı delile ve akıl yürütmeye dayanmadığı için reddeder. Bu tarihe, Ehl-i Rey olarak geçen ekolün genel tutumudur. İmanın güzelliklerinin ancak akılla bulunabileceğini söyleyen Mâturîdî; ‘ilahi kaynağa bağlılığın gerekçesini de bu kaynağın aydınlatıcı burhan (kanıt) ve hüccetlere dayanmasına’ bağlar; kanıtların aydınlattığı bir zihinden bahsetmesi son derece önemlidir.

İkinci husus, Mâturîdî, “El-Mümtehine Suresi, 5. Ayeti yorumlarken, Müslümanların yaşadıkları çağa tanıklıkları ile ilgili dikkat çeken bir mesaj vermektedir. Bu mesaj şudur: Müslümanların dünyadaki misyonunun icrası, bırakınız birbirlerini, kâfirler için bile fitne olmamaktan geçmektedir” (Mâturîdî-Kayıp Aydınlanmanın İzinde, Editör Şaban Ali Düzgün) Yüzyıllardır birbirlerinin fitne ateşinden kurtulamayan Müslümanlar ha keşke bu mesaja kulak vermiş olsaydı. Yerimiz doldu, haftaya devam edelim.