Bir tarafta dünyayla entegre yeni zamanların yaşam anlayışı ve kuralları, diğer tarafta kendimizi ait hissettiğimiz kültürün değerleri; bu durum zaman zaman entelektüelin tutumunu da, din-devlet ilişkilerini de tartışmaya açıyor ve toplumda kamplaşmaları körüklüyor. Diyanet’in zina ve eşcinsellerle ilgili açıklamasının ardından oluşan tepkiler gibi. Aslında düz bir mantıkla laik bir devlette vatandaşlık hakları ile Diyanet’in söylemini birbirinden ayırmak zor değil. Zira dini-fetva, devlet-vatandaşlık ilişkisini ilgilendirmez; Diyanet, İslam’ın doğrularını söylemek zorunda, bu noktada laiklik esası gereği devlet dine karışamaz. Diğer taraftan laik-demokratik bir hukuk devleti her vatandaşına eşit mesafededir, bu durumda da din devlete baskı yapamaz.

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ

Eşcisellik ve zina üç büyük dinde de haramdır. Ali Erbaş’ın sözlerine yönelik Ankara ve İzmir Barosu; “İnançların yaklaşımı böyledir, Diyanet bu noktada haklı, fakat toplum içerisinde bu nitelikte bireyler de var, inanç adına bu kişileri ötekileştirmek hukuk devleti adına doğru değildir” şeklinde itirazlarını dile getirmiş olsaydı, hem kendi zeminlerinde haklı olurlardı hem de bu kadar kıyamet kopmazdı. Dinlerin yaklaşımını “çağlar öncesi” olarak nitelemeleri de din ve vicdan özgürlüğüyle örtüşmedi.

Kaldı ki Diyanet’in fetvaları, devlet erklerine telkinde bulunmak, faaliyetlerine cevaz vermek, onları tasvip etmek gibi bir niteliği haiz değildir. Daha da ötesi, işin özünde İslam dininin maksadı da bu değildir. Fetvaları hukuk yasalarını meşrulaştırmak adına kullanmak, devletin temel ilkelerine ne kadar aykırıysa, İslam’ın gayesine de o denli aykırıdır. İslam’ın kitabı Kur’an, yasa koyucuya değil, bireye hitap eder; devleti değil, insanı düzenler.

LÛT KAVMİ

Diğer yandan dünya tarihine bakıldığında defalarca yaşanan doğal afetlerin, salgın hastalıkların veya türlü felaketlerin müsebbibi olarak - bazen din adamlarının öyle öngördüğü üzere, bazen çeşitli politik nedenlerden ötürü, bazen ise musibeti hazmedemeyince bir suçlu bulup intikam alma saikiyle- günahkâr kabul edilenler gösterilmiştir. Linç, din adına olunca meşrulaşmıştır. Hâlbuki yine İslam’a göre, konusu suç teşkil etmeyen günahların cezası bu dünyada veya ölümden sonra bizzat Allah tarafından verilir. Lût kavmi örneğinde olduğu gibi Allah bir kavmi helak ediyorsa o kavim topluca günaha bulanmıştır. Lût kavmi azgınlığa, eşcinselliğe, toplu tecavüzlere, aç gözlülüklere, şükretmemeye bir de bunları yapmıyormuş gibi ahlakçılığa ev sahipliği yapıyordu.

Susan Neiman, Ahlaki Açıklık adlı kitabında “Sodomluların (Lût kavminin) işlediği günahı iğrenç addetmek için illa fundamentalist (kökten dinci) olmanız gerekmez. Mesele eşcinsellik ya da zina da değil, halkın iyi kalpli Lût’un evine sığınan iki erkek yabancıya topluca tecavüz etmek istemesidir” der.

Nitekim azgınlığın ve sapkınlığın had safhaya ulaştığı kavim bizzat Allah tarafından helâk edilmiştir.

DİYANET VE PARALEL YAPILAR

Baroların yaklaşımı, Diyanet’in laik devlet içinde var olmasını istemeyenlerin bir tepkisi olarak da okunabilir. Bu noktada dinin topluma göz ardı edilemeyecek derecede yön verdiği ve tam da bu yüzden laikliğin temel kurumlarından biri olarak Diyanet’in ön plana çıktığı gözden kaçırılmamalıdır. Halkının çoğunluğu dinine bağlı olan toplumlar her daim ruhani bir liderin varlığına ihtiyaç duymuşlardır. Devlet kontrolünde olmayan dini otoriteler, devlet ve toplum içinde hizipleşmeye yol açabilecek güç merkezleridir. Nitekim bazı İslam ülkeleri birbirlerinin camilerini bombalayan tarikat ve cemaatlerle doludur. Dolayısıyla, tek meşru cemaat cami cemaatidir. Bu cemaat Diyanetin dolayısıyla devletin kontrolündedir. Aksi durumlar din içinde din devlet içinde devlet doğurmaktadır. Türkiye yakın zamanda FETÖ örneğinde bunu net görebildi.

Sorulması gereken FETÖ ve benzeri örgütler yuvalanırken Diyanet’in halkı bilinçlendirmede neden yetersiz kaldığıdır. Ve bir daha olmaması için neler yaptığıdır.