Daha önce bu köşede ifade ettiğim gibi İslam’ın ilk devirlerinde, saltanata, ihtişama, israfa ve iktidarın dayattığı fıkıhçı ve biçimci zihniyete bir tepki hareketi olarak görülen davranışlar bütünü, daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan teşkilatlı ve doktriner tasavvuftan büyük ölçüde farklıdır.  İlk sûfîler olarak anılan Ebu Zer Gıfari, Huzeyfetü’l Yemani, İmran İbni Hasan Huzaî gibi isimlere göre, kişi, Allah ile ilişkisini derinleştirmek istiyorsa, öncelikle dünyevi olandan uzaklaşmalıdır; bu da sosyal, siyasi ve ticari hayata azami ölçüde mesafe demektir. “Haramı bırakmak görevdir, meziyet ise helallerden vazgeçmektir” diyen Kuşeyrî (1000’li yılların mutasavvıfı) sûfî cemaatleri uyarmak için yazdığı Risalesinde, daha o yıllarda, gerçek sûfîlerin azlığına dikkat çeker ve yalancı-sapkın-sahtekâr şeyhlerin çoğaldığını söyler.

PARALEL YAPILAR TEHDİTTİR

Tasavvuf anlayışında, dünyalık olan her şey Tanrı ile kul arasında perdedir ve bu perdeleri aşamayan sûfî olamaz. Bu anlayışın yanından dahi geçemeyen günümüz maneviyat avcıları, bulundukları sözde makamları kullanarak yaptıklarını meşrulaştırmakla meşguller: 12 yaşındaki kızının istismarını Türkiye’ye duyuran babaya, Fatih Nurullah’ın cemaatinin teklif etiği 50 milyon parayı ve vakfın 500 milyonluk varlığını düşünün; lütfen Kuşeyrî’nin sözünden hareketle durumu siz tahlil edin. Şirketleri, medyaları, milyonluk araçları, kısaca emeksiz elde ettikleri servetlerle birer holding patronuna dönüşen sarıklı cübbeli sahtekârlar ve “Ben Allah’ın makamında oturuyorum” diyecek kadar şeytanlaşmış tipler inanç dünyasını esir almış durumdalar. Yakın gelecekte, bu yapılardan çıkacak onlarca FETÖ’nün nasıl bir tehdit oluşturabileceğini görmemek en hafifinden basiretsizliktir.

DEVLETİN GÖREVİ AYDINLATMAK

Bu kişiler ve bu yapılar neden ciddiye alınmamalı, topluma bunun çok iyi anlatılması gerekir. “Efendim hepsi öyle değil” deyip geçiştirmek ya da Diyanetin bir kaç açıklamasıyla yetinmek, koca koca sorunları hasıraltı etmektir. Bu insanlar toplumun her katmanına ulaşmaya çalışıyorlar ve başarılı da oluyorlar: Bürokratlara, siyasilere, akademisyenlere, iş adamlarına vs. Okuyucularımın arasında bu yapılardan ayrılanlardan mektuplar aldım, örnek olması için eğitimi oldukça iyi (doktoralı) bir hanımefendinin açıklamalarını sizinle paylaşmak istiyorum. Mektup şöyle başlıyor:

NASIL KANDIRILIYORLAR

“Bu yazıyı kaleme almam için yaşadıklarımı üç yıl kadar demlendirmem gerekti. İlk başlarda doğal olarak öfke duyguları içindeydim. Şimdi ise deneyimlediklerimden çıkardığım dersleri sakinlik içinde paylaşma ve insanlara faydalı olabilmeyi amaçlıyorum.”

Hanımefendi arayışlarını, çatışmalarını, kapılış sürecini uzun uzun anlattıktan sonra: “Bizi aldatıyorlar kolaycılığına kaçmadan “neden onlara kapılıyoruz?” sorusunu sormamız gerekir” diyor ve şöyle devam ediyor: Yerim doldu, haftaya devam edelim.