Bir metnin hayatiyeti ve evrenselliği yorumlarıyla eş orantılıdır. “Bulanmadan ve donmadan akmak” der Hz. Mevlana; hayatla bütünleşen imanı böyle tarif eder. Zira bir eylemi sözden ziyade söze yüklenen anlam belirler. Bu bağlamda tüm dini ve ahlaki metinler birer enstrümandır; dolayısıyla yorum/anlam, okuyanın birikimine, donanımına, kültürüne ve hatta ahlakına göre şekil alır. Dünya, aynı kitaptan beslenen zalimlere, katillere, hainlere, dalkavuklara tanıklık ettiği gibi, adaletiyle, merhametiyle, dürüstlüğüyle ün salmış isimlere de tanıklık eder. Keza okuduğu metni nefret ve ölüm fermanlarına çevirenler de var, “Hüsnü Aşk” benzeri muhteşem eserleri insanlığa kazandıran Şeyh Galipler de. Demem o ki esas belirleyici, metinden ziyade metni yorumlayan insanın niteliğidir.

ÖZGÜRLÜKLER VE BİREY

Bu yazı dizisinde mevcut toplum sözleşmelerinin (Hobbes, Locke ve Rousseau) mükemmel olduğu iddiası içinde değilim; zaten Karl Marks, Hannah Arendt, Jürgen Habermas, Theodor W. Adorno gibi isimler tarafından bahsettiğimiz görüşler uzun uzadıya tartışılmış ve geliştirilmiştir. Maksat siyaset teorisini, insan hakları ve özgürlükler çerçevesi içinde ideal olana mümkün olduğunca yaklaştırmaktır. Bu noktada, özellikle de II. Dünya Savaşı sonrası post-modern dünyada dinlerin ve inançların yeri tekrar ele alınmıştır. Dinlerin sorun ürettiği düşüncesine karşılık özgür bir dünyada dinlerin de özgürlükler çerçevesi içinde düşünülmesi gerektiği fikri, özellikle de soğuk savaş sonrası ortaya çıkmıştır. Kanaatim o ki inançların özgürlükler sahasında, karşılıklı hoşgörü içinde birleştirici rollerini birey üzerinden ön plana çıkartmak gerekir. İman bireyde başlar bireyde biter. O halde temel sorumuzu tekrar soralım: Bir Müslümanın derdi kimlik -dolayısıyla siyaset, din devleti- kavgası mı olmalı yoksa bu dünyada Müslüman olarak ben kendimi nasıl iyi insana çevirebilirim çabası mı?

İMAN BU DİYALEKTİĞİN ADI

İnsani kazanımları tersine çevirmek bir tür geriye gidiştir. Müslümanın görevi, içinde yaşadığı topluma katılırken kendi var oluşunu gerçekleştirmesidir. Bunu yaparken de önce kendini tanıyacak sonra başkalarının kendisini nasıl tanıdığını tanıyacak ve bu tanıklık karşısında Tanrının tanıklığını isteyecek. Müslümana seslenirken Muhammed İkbal, “Derece ve mertebeni tasdik için üç şahidin yardımını iste” der ve şöyle devam eder:

“İlk şahit senin kendi vicdanındır.

O halde kendini, kendi ışığının altında gör.

İkinci şahit başka bir benliğin vicdanıdır.

O halde kendini senden başka bir benliğin ışığında gör.

Üçüncü şahit, Cenab-ı Hakk’ın şuurudur

O halde kendini Cenab-ı Hakk’ın ışığında gör

Eğer bu ışığın karşısında hiç sarsılmadan durabilirsen

Kendini Tanrı gibi canlı ve ebedi bil.”

Depremde ölen kardeşlerime rahmet diliyorum. Geçmiş olsun Türkiye.”