Geçen haftaki yazımı ‘bu terör belası, vatandaşın devletten hak talep etme anlayışını istismar etmiştir’ diyerek bitirmiştim. Örneğin, işçiler haklarını aramak için gösteri mi yapacak, bir de bakıyorsunuz iki provokatör terör örgütünün sözde bayrağını asmış. Öğrenciler yemek fiyatlarını protesto mu edecek, gelmiş üç beş dağdan inme, öğrenci bile değil, duvarlara PKK yazmış. Bunun gibi onlarca örnek bulabilirsiniz. Ne yazık ki bazen bu durum hükümetlerin de işine geldi.

Hak talep etmek, talep edilen hakkın zemininde bir meşruiyet ilkesi olması kaydıyla masumanedir. Ancak bazen hak talebi olarak ortaya çıkan hareketler masumiyetini kaybettiği için meşruiyetini de kaybeder. Dolayısıyla halk gözünde de devlet gözünde de samimi olarak algılanmaz. Kaldı ki bu hak arama talebinin meşru zeminini oluşturması beklenen siyasi temsilcilerin de terörle arasına mesafe koymadığını görmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde terör şüphelisi bir şahsın cebindeki telefonu aldığı ve dokunulmazlık zırhını kullanarak olası delilleri gizlediği görülen HDP’li vekilin bu hareketi vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü” korumaya yemin eden bazı Meclis üyelerinin de marjinal grupların bölücü faaliyetlerinden beslenmeye devam ettiğini çarpıcı bir biçimde göstermektedir.

DEVLET KAVMİYETÇİ YAKLAŞMAZ

Biz tarihte yalnızdık, gelecekte de yalnız olacağız. Arapların Türk mallarına uyguladığı boykota bakın ya da Dağlık Karabağ zaferini kutlamak için Zafer Geçidi törenine katılan Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu şiir üzerine İran’ın verdiği tepkiye; hani nerede İslam birliği? Demem o ki, bizim iç/milli birliğimiz yegane gücümüzdür.

Türkiye Cumhuriyeti kanunları da tüm vatandaşlara eşit uygulanır. Kamu yatırımları etnik kökene göre yapılamaz. Varsa aksaklık, tüm yurtta olan aksaklıktır. Varsa bir hukuksuzluk, her bir vatandaş için geçerlidir. Bir kökene teşmil edilemez. Eğitimde ya da ekonomide yapılan her yanlış, Ankaralıyı da Diyarbakırlıyı da İzmirliyi de aynı oranda etkilemektedir.

ETNİK KÖKENCİLİK MİLLET OLMAYA ENGELDİR

Etnik kökene dayalı olan tasavvurlar, milliyetçilik olarak adlandırılamaz. Bizim milliyetçilik anlayışımız, din ve ırk ayırımı yapmaksızın milliyetperverlik içerir. Milliyetçilik konusunda yeni açılımlar sağlayan fikir önderlerinden, Muğla Üniversitesi felsefe profesörü değerli dostum Ali Osman Gündoğan’ın şu tespiti dikkat çekicidir:

 “Milliyetçilik, millet fertlerini dayanışma halinde geleceğe taşıyacak olan bir hamledir. Bu hamle, geçmişte birlikte olduklarıyla geleceğe yönelik bir tasavvur oluşturmaya hizmet eder. Çünkü milliyetçiliğin geçmiş ile ilgili bir yönü olduğu gibi kendisini tanımak durumunda olan millet, başkası ile olan ilişkisinde kendisini tanır ve bu bakımdan başkası, Türk Milliyetçiliğinin vazgeçilmez bir değeridir. Millet, farklı olanı dikkate aldığında kendi varoluşunu daha sağlıklı kurar. Etnik kökencilik, bu sağlığı bozar ve millet fertleri arasındaki dayanışmayı yok eder.”

KABİLECİLİK İLKELLİKTİR

Ezcümle, Türklük bir şuurdur, Türklük bir duruştur. Hepimiz Türk’üz bu anlamda. Bırakalım şu ilkelliği, şu kabilecilik anlayışını. Evet, etnik kökencilik kabileciliktir; bu kavgayı topluma taşıyanların arkasında hangi güçlerin var olduğu ve amaçlarının ne olduğu da apaçık ortadadır. Bu arada bakmayın bugünlerde çıkıp milliyetçi nutuklar atanlara. Biz iyi biliriz, daha dün terörist başına methiye düzenlerin içlerini.

Yazımızı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün sözüyle bitirelim:

“Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim.”