Kuraklık, kıtlık, deprem, acılar, hastalıklar, musibetler gibi insanın kudreti ve kontrolü dışında meydana gelen hadiselerin olgusal izahı çoğu zaman insanı tatmin etmez. Doğal kötülük problemi ahlaki kötülük problemine göre daha girift ve tartışmaya açıktır. Antik Yunan’dan günümüze, farklı cephelerden konuyu tartışan düşünürler, bazen birbirlerini tamamlayan bazen de birbirleriyle çelişen fikirler ortaya koymuşlar. Önce Müslüman dünyaya bakalım.

Eş’ârîler ve Mutezîlîler (ki onlara yakın Mâturîdîler) Tanrı tasavvurunda iki farklı düşüncenin temsilcisidirler. Eş’ârîler’e göre doğa olaylarının nedenleri bilinmez. Tanrı, mülkünde, dilediğini yapma tasarrufuna sahiptir, eylemlerinde bir hikmet bir amaç aranmaz. İnsanın iradesi Tanrı’nın iradesinden bağımsız değildir. Bu noktada, “insan, rüzgârın önündeki kuru yaprak gibidir” diyen Cebriye ile örtüşür. Mutezile, evrendeki kötülüklerin adalet zemininde okunması gerektiğini, zira hiçbir kötülüğün Tanrı’ya nispet edilemeyeceğini savunur. Özgürlükçü tavrı benimser; insan irade eden ve eyleyen varlıktır, dolayısıyla yaptığı kötülük kendinindir, der.

KELAMCILARA VE FELSEFECİLERE GÖRE

Türk bilgini Maturidî, iyilik ve kötülüğün iç içe olduğunu söyler ve bu durumu Tanrı’nın büyüklüğüyle ilişkilendirir. Ona göre hiçbir şey salt iyi olamayacağı gibi salt kötü de değildir. Doğal afetler, felaketler, acılar birer imtihandır. Bu dünyaya ve öteki dünyaya ait hikmetler taşır.

İlk İslam filozofu Kindî “Âlemdeki nizam/tertip onun yaratanının hikmetine dalalet eder” der. Farabi, metafizik kötülüğü kabul etmez; “âlemin en iyi şekilde tasarlandığını, orada kusur ve adaletsizliğin bulunmadığını” söyler. Ona göre. “Evren bir kozmostur (kaosun karşıtı, kusursuz), birlik ve bütünlük arz eder.” Ahlaki kötülüğü ise Farabi insanın bedenli varlık oluşuna ve bu bedenin nizama uygun hareket etmemesine ve insan iradesine bağlar.

İbn-i Sina’nın yaklaşımı şöyle: “Şayet âlem, içerisinde iyi ve kötü şeylerin meydana geleceği ve orada bulunanlardan hem doğruluğun hem de fesadın sadır olacağı bir yapıda olmamış olsaydı, âlemin nizamı asla tam olmuş olmazdı. Zira bu âlemde sadece pür doğruluk olsaydı bu âlem değil de başka bir âlem olmuş olurdu ve mevcut yapıdan başka bir yapıda olması gerekirdi.” İbn-i Rüşd’e göre kötülük, Tanrısal iradenin ve adaletin gerçekleşmesinde bir araçtır. Gazali “Mevcut olandan daha iyi, daha tam ve daha mükemmel olan imkân dâhilinde değildir” diyerek olan-biten her şeyi bütünün tamamlayıcısı kabul eder. Bu yaklaşım, İslam düşüncesinde “olmuş olandan daha iyisi mümkün değildir” şeklinde yaygınlaşacaktır.

TASAVVUFUN YAKLAŞIMI

Vahdeti Vücut (varlığın birliği) düşüncesinin mimarı İbnü-l Arabi, iyilik ve kötülüğün izahını rahmet kavramıyla yapar. Varlık bulma, açığa çıkma onun rahmetinin tecellisidir. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” ayetindeki rahmettir bu. Kötülükse iyiliğin yoksunluğundan kaynaklanır. “İnsandaki eylemler iyi ya da kötü, nefislerin eseridir ancak tüm nefisler ilahi nefisle bağlantı içindedir” der. Devam edecek.