İzmir depremi yüreklerimizi yaktı. Yitirdiğimiz canlara rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

Bir kez daha gördük ki, deprem değil, depreme dayanıksız binalar öldürüyor. Böyle felaketleri, Tanrı’ya fatura etmek ya da her depremde olduğu gibi pespaye bir dille meseleyi kılığa, kıyafete, zinaya, alkole bağlayıp “Tanrı ceza veriyor” gibi açıklamalarda bulunmak kötülüğün ta kendisi. Bu yaklaşım içinde olanlara bakın;  doğayı bilmiyor, doğa yasalarını ve işleyişini bilmiyor, fizik kuramı ya da mühendislik nedir bilmiyor, deprem ülkesi Japonya gibi ülkelerin elde ettiği başarıyı bilmiyor ama güya dini biliyor, güya Tanrı’yı biliyor. Din ne çektiyse, bu cehaletin elinden çekti.

Cahillerden yüz çevir” ayetini hatırlatarak, üç haftadan bu yana ele almaya çalıştığımız kötülük problemine devam edelim.

HRISTİYAN TEOLOJİSİNDE KÖTÜLÜK

Dini düşünce, bu dünyanın kusursuz bir makine gibi işlediğini varsayar; her şey düzen içindedir ve bir amaca yöneltilmiştir. “Düzen ve gaye” delili, teist kuramların en önemli kanıtıdır. Hristiyan teolojisinin kurucusu olarak görülen Augustinus’un tezleri de, iki hafta önce üzerinde durduğumuz Müslüman teologlardan farklı değildir. Şöyle der:

“İyilik, varlığın bizzat cevheridir yani iyilik varlıkta arızi olarak bulunmaz. Varlık, gerçek olduğu kadar da iyidir ve Varlık denmeye layık olan sadece Tanrı olduğundan, zorunlu olarak Tanrı iyidir. Kötülük varlıkla ilgili değildir yani hiçbir nesne kötü olmayıp, her şey evrendeki Tanrısal harmoninin bir parçasıdır.”

Batı felsefesinin önemli ismi Leibniz, teodise konusunda, felsefi ve teolojik doğruların birbiriyle çelişmeyeceğini iddia eder. Ona göre Tanrı her şeyin en iyisini tercih etmiştir: “Olası dünyaların en iyisi, her şeyi bilen Tanrı sayesinde bilinmiş, sossuz iyiyi üretebilmesinden ötürü yaratılmaya seçilmiş ve her şeye gücü yetmesi ile oluşturulmuştur” yaklaşımı, İslam dünyasının önemli ismi Gazzâli ile benzerlik gösterir. Yahudi cemaati tarafından aforoz edilen ve eserleri kilise tarafından yasaklanan ve ‘Ethica’sıyla tanıdığımız Spinoza’nın vardığı sonuç ise İbn-i Sina’dan farklı değildir:Şeyler Tanrı tarafından meydana getirildikleri tarzdan ve düzenden başka bir tarzda ve düzende meydana getirilemezler” der. Şayet böyle olmuş olsaydı başka bir âlem olurdu der İbn-i Sina da.

TEİSTLER VE KARŞITLARI

Son dört yazımı özetleyecek olursam, Ortaçağ’dan modern zamanlara kadar teist düşünürler, kötülüğün ontolojik varlığını reddederler ya da adaletin ve iyiliğin gerçekleşmesinde bir araç kabul edeler. Ortak nokta şu ki kötülük sorunu Tanrı’nın yokluğuna delil yapılamaz. Ta ki David Hume bu düşünceye karşı çıkacaktır. Ateizm, Hume’un görüşlerini kendisine bir dayanak olarak alır ve kötülük varsa mutlak iyi olan Tanrı olamaz, der. Çağdaş teistler ise bu yaklaşım karşısında kötülüğün varlığını kabul ederler ve sorunu özgür irade zemininde çözmeye çalışırlar.  Kötülüğü, özgür irade ve sorumluluk zemininde okumaya başlayacaksak ister istemez ahlaki bir zemin olacaktır. Haftaya ahlaki kötülüğü tartışalım.