Her canlı eşit şartlar içinde dünyaya gelmiyor. En başta ailelerin olanakları farklı; gelir ve eğitim düzeyi, coğrafyanın şartları, devletlerin sağladığı güvenlik ve kamu hizmetleri aynı değil. Zulümlerin, haksızlıkların, savaşların yarattığı kötülükler de her bireyi aynı şekilde vurmuyor; bombaların altında yaşama merhaba diyen de var, bir uzvunu kaybedip ömrünü tüketen de. Açlıktan-susuzluktan bir deri bir kemik can veren evlatlar, birileri için sadece acınarak bakılacak bir fotoğraftan ibaret. Bir hırsızın, bir caninin ya da bir esrarkeşin çocuğu olarak hayata tutunmaya çalışanlar da var. Tam da böyle bir gencin feryadı kulaklarımda “Hangi adaletten bahsediyorsun Hocam, gerçekten Tanrı var mı?”

KADİM TARTIŞMA

Yukarıdaki çığlığın tekabül ettiği kötülük konusu, felsefe ve dinler tarihinin en kadim tartışmasıdır. Bir de doğal durum ve olaylardan kaynaklanan depremler, kıtlıklar, hastalıklar var ki bu da tartışmanın başka bir boyutu.

Teodise, mutlak iyi olan Tanrı ile kötülük olgusunu nasıl yan yana getireceğiz sorunsalını anlama çabasıdır. Helenistik felsefenin en önemli ismi Epikür, kötülük problemini mantıksal zemine şöyle taşır:

“Tanrı ya kötülükleri defetmek istiyor da gücü yetmiyor; ya gücü yetiyor, fakat O, bunu istemiyor; ya da O bunu ne istiyor ne de buna gücü yetiyor veya hem istiyor hem de gücü yetiyor. Eğer istiyor da gücü yetmiyorsa, O güçsüzdür ki, bu Tanrı’nın karakterine uygun değil; eğer gücü yetiyor da istemiyorsa, O kötü niyetlidir ki bu da aynı derece de Tanrı’yla uyuşmaz; eğer ne istiyor ne de gücü yetiyorsa, O hem kötü niyetli hem de güçsüzdür, bu durumda zaten Tanrı değildir; eğer hem istiyor hem de gücü yetiyorsa ki, Tanrı’ya yakışan da sadece budur, o zaman kötülük hangi kaynaktan geliyor ya da Tanrı neden onları savmıyor?”

İskoç filozofu David Hume’n soruları da aynıdır: “Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse güçsüzdür. Yoksa gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor? Öyleyse o iyi niyetli değildir. Hem güçlü hem iyiyse bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?”

BİLİŞSEL SINIRLILIK ENGELİ

‘Tanrı mutlak iyiyse, neden kötülüğe müsaade ediyor’ sorusu ateizmin temele aldığı bir argümandır: Kötülük var olduğuna göre, her şeyi bilen ve salt iyi olan bir Tanrı olamaz, zira Tanrı’nın varlığı kötülüğün varlığı ile bağdaşmaz çünkü akla uygun değil. Bu görüşe karşı çıkan teistler de kötülüğün, Tanrı’nın aleyhine bir delil olamayacağını iddia ederler ve makul gerekçeler bulmaya çalışırlar; böylece teodise geleneği oluşur.

Bu noktada izninizle şu hassasiyetimi paylaşmak isterim; Tanrı, rasyonel zemine çekilemez; zira akıl, kendi sınırlarını aşan (müteal) hakkında hüküm veremez. Bilişsel sınırlılık buna manidir. Akıl, kendini aşan konularda sadece varsayımlar ortaya koyabilir. Nitekim filozofların ve düşünürlerin farklı yaklaşımları buna örnektir. Dolayısıyla bu görüşlerden hiçbiri mutlak ve bağlayıcı değildir. Zira Tanrı’nın muradını sadece Tanrı bilir. Fakat bu durum düşünmeye de mani değildir. Tartışmalara vakıf olmak zihni gelişimimiz açısından son derece önemlidir. Hatta imanın sıhhati için gereklidir. Pamuk ipliğine bağlı imandan kimse hayır beklemesin.

Peki, düşünürler kötülüğü nasıl gerekçelendiriyorlar, haftaya devam edelim.