Cumhuriyet yazarı ve OdaTv Haber Müdürü Barış Terkoğlu SÖZCÜ’ye anlattı:


Cezaevinde, duvarın arkasına bağırarak birbirinizi duyabilirsiniz


Bunu engellemek için Barış Pehlivan’la arama koğuş koymuşlar


Pehlivan’la Murat Ağırel için de durum aynı! Yani… Susturmak


On metre ötedeki arkadaşınızı duyamıyorsunuz, bir kelime yok


“MİT mensubunu ifşa” suçlamasıyla 4 aydır tutuklu bulunan Cumhuriyet yazarı ve OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, OdaTV Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, gazeteci Hülya Kılınç ve Yeni Yaşam Gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser önceki gün ilk kez yargıç karşısına çıktı. Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik’e adli kontrol şartıyla tahliye kararı çıkarken, Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Hülya Kılıç’ın tutukluluğuna devam kararı verildi.

‘GÜLÜMSEMEM YARIM”

Dün… Barış Terkoğlu’yla Caddebostan’da buluştuk. Eşi Özge ve oğlu Ali Derya’yla çay, kahve içip, denizi dinliyorlardı. Susmak bilmeyen telefona rağmen! Terkoğlu’nun ilk cümlesi şu oldu: “Sevincim yarım kaldı… Eşyalarınız toplarsınız çıkarsınız. Cezaevindeki diğer insanların küçücük pencerelerinden hayırlı olsun diye bağırırlar. Bunlardan birisi de Barış Pehlivan’dı. Bunları görünce, haliyle insanın gülümsemesi yarım kalıyor…” Onların arkadaşlığı artık yoldaşlık… 14 Şubat 2011’de de birlikte Silivri Cezaevi’ne girmişlerdi, beraber çıkmışlardı… Kitapları ortak, dertleri, sevinçleri, hüzünleri aynı…



CEZAEVİNDE DE TAKİP…

MİT şehidi haberini konuşmadık. Silivri’de yaşadıkları daha önemliydi. Çünkü... Barış’ın anlattıkları ve ayrıntılar ne yaşandığını bize anlatıyordu! Nasıl mı? Önce tecrit meselesiyle başlayalım. Söz, Terkoğlu’nda: “Tecrit… 4 ay yalnızdım… 120 gün tek başıma hücrede kaldım, kendi kendime konuşmaya başladım. Bizi cezaevine atanlar ‘daha fazla ne yapabiliriz’ diye düşünüyorlardı. 5 Mart’ta ben, 6 Mart’ta Pehlivan, 9 Mart’ta Ağırel tutuklandı. Bizi tutuklayanlar sonraki süreci de takip etti. Düşünsenize tek başınıza yaşıyorsunuz. Bir odada hayatınız sürüyor.”

‘AKIL SAĞLINIZ HEDEF’

‘Psikolojik işkence’ dediğimde Barış çok çarpıcı bir tespit yaptı: “Siyasi bir davada… Cezaevinde önce akıl sağlığınızı hedef alırlar. Bedeniniz sonra hedef alınır. Ben de akıl sağlımı iyi tutabilmek için kendime şu soruyu sordum: Neden cezaevindeyim? Bunun cevabını biliyordum! İşte bunu bildiğim için arkama yaslanıp, bu süreci en dik şekilde karşıladım! Neden buradayım diye sorduğunuz anda kaybedersiniz! İçeride de dışarıdaki gibi oldum. Beni koğuşa koydukları an hemen masa, sandalye, kalem, kağıt, kitap istedim. Bir çalışma düzeni kurdum… Sonra da radyo ve gazete…” Barış’ı yakından tanıyan biriyim ve iyi okuduğunu biliyorum: “Aytunç, dışarıdaymış gibi yazmayı sürdürdüm. Hatta okumaya fırsat bulamadığım kitapları da okudum. Örneğin… Yakup Kadri’nin Ankara kitabını okuyamamıştım ve bunun eksikliğini hissediyordum. Okudum…”

Aytunç Erkin, özgürlüğünün ilk gününde Terkoğlu’nun yanındaydı.


‘BİR KELİME KONUŞAMADIK’

Tecritin boyutunu anlamanız için Barış Terkoğlu’nun şu cümlelerini iyi okuyun: “Cezaevi içerisinde de bize özel bir cezalandırma uygulandı. Cezaevinde, duvarın arkasına bağırarak birbirinizi duyabilirsiniz. Bunu engellemek için Barış Pehlivan’la arama bir koğuş koymuşlar. Pehlivan’la Murat için de durum aynı! Yani… On metre ötedeki arkadaşınızı duyamıyorsunuz, bir kelime yok. Avukat görüşlerinde dahi görüşemedik. 4 ay sonra duruşmada konuştuk.”

‘KURALLAR VAR  İNSAN  YOK’

Peki ya 9 yıl önce… Silivri’de ne yaşamışlardı: “Dokuz yıl önce cezaevlerinde her şeye rağmen insan vardı 9 yıl sonraysa maalesef kurallar var… O dönemde başına bir şey gelse görüşebileceğin bir yer vardı. Derdin olursa bunu çözmeye çalışacak mekanizma vardı. Bugün katı kurallar var. Çünkü… Fetullahçılar içeri girince ‘taviz vermeyeceğiz’ psikolojisiyle cezaevleri katı mekanizmaya dönüşmüş…”

“PEHLİVAN’I TAHRİK ETTİ”


Barış Pehlivan’ın tutuklandığı gün bir memurun yumrukla Pehlivan’a vurması. Terkoğlu anlattı: “Barış’ı tahrik etmeye çalışıyor. Barış mesafeli dille sınırını hatırlatınca yumrukluyor. Bu hangi görüşten olursa olsun herkesin itiraz etmesi gereken bir kötü muamele. Yumruk olayının ardından yaşananları başka bir gözle izledim.” Burası önemli. Başka gözle izlemek ne demek: “Darp olayını açıkladıktan birkaç saat sonra savcılık bunu yalanladı. Hatta iddianameye yazdı. Ancak Pehlivan’ın bile beklemediği bir şey oldu. Adalet Bakanlığı müfettişleri geldi. Cezaevinde ifadesini aldılar. Görüntüleri incelediler ve ayrıntıları ortaya çıkardılar. Sözkonusu kamu görevlisi için inceleme böyle başladı.


Medyalarının karşılığı yok…


- 2011’de gazetecilikten vazgeçmediniz… 9 yıl sonra vazgeçecek misiniz?

Nihayetinde cezaevine girsek de gazetecilikten vazgeçmedik. Başarılı olamadılar. İktidar şunun farkında: Sözlerini anlatan medyanın karşılığı yok. İktidarı eleştiren, uyaran medyanın ise çok büyük etkisi var. O medya daha da güçleniyor. SÖZCÜ Gazetesi operasyondan sonra daha çok büyüdü. Etkisi daha arttı. İktidarın bunu görmeli.

“FETÖ’yle, onların usullerini sürdürenlerle mücadele edeceğiz”


- Fetullah’la mücadele eden sizlerdiniz. Silivri’ye konuldunuz. Bu bakış açınızı değiştirdi mi?  

Mesele şu… Türkiye’de bizim Fetullah Gülen’in takipçileriyle meselemiz kişisel değil. Para kavgamız, koltuk kavgamız yok! Türkiye için tehlike görüyorduk. Çocuğumu örgütten emir alan öğretmen okutmasın dedik ve hâlâ diyoruz. Meselemiz ülkeye dair mesele… Duyarlılığımız kişisel olmadığı için hem FETÖ’ye hem de ondan sonra FETÖ’nün usullerini devam ettirmek isteyenlere de aynı tavrı sergileyeceğiz. Kaldığımız yerden devam edeceğiz.

‘Bunları Silivri Cezaevi’nde infaz edin’ diyen gazeteci!


- Sadece MİT haberinden dolayı mı tutuklandığınızı düşünüyorsun?

Sen de biliyorsun… Her gazeteci polemik yapar, gazeteciler birbirleriyle tartışır…  Ancak bize yönelik hamle ‘tutuklayın’ çağrısıyla geliyordu. Sen de yazdın: ‘Bunları içeride infaz edin’ diyorlardı… MİT haberimizden aylar önce bir televizyon kanalı günlerce yayın yaptı… Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağında ‘savcılık operasyonu yapılıp yapılmayacağı’ bile soruldu! Bu haberi yapmasaydık başka bir gerekçe bulacaklardı!

“İki nedenden dolayı tutuklandık!”


- Yarım kalan bir kitabınız var… Tutuklanma nedeni olabilir mi?

İki konu var… Birincisi Metastaz kitabımızı ve devamında Barış Pehlivan’la yazmakta olduğumuz kitap. İkincisi de Odatv’nin gazeteciliği… Uzun süredir, 15 Temmuz sonrasında devletin içindeki yeni güç sahibi olan grupları sorgulayan yayıncılık yapıyoruz. Başta Müyesser Yıldız olmak üzere bu sürecin karanlık yönlerini ortaya çıkardık. Devletin içindeki kimi gruplar tarafından tehdit olarak görüldük.  Bu nedenle bütün bu sürecin önü kesilmeye çalışıldı…


BİLİM İNSANLARI KORONA SONRASINI TARTIŞIYOR:


İktisatsız istiklal mümkün değil!


Kitabın adı: Koranavirüs Sonrası...

Gazeteci-yazar Şenol Ça­rık, akademisyen, bilim insa­nı ve gazetecilerle konuşmuş, ortaya şu çıkmış: Bu sistem tükendi, kapitalizmin karşısına, cumhuri­yetçi, toplumcu ve halkçı politi­kalarla çıkmak gerekiyor.

Prof. Dr. Ahmet Saltık


Örneğin... Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık şu tespit­lerde bulunmuş:

“Basamak sağlık hizmet­leri, kökü dışarıda sağlıkta dönüşüm dayatması ile felç edilmiştir. Koruyucu sağlık hizmetleri unutulup /felç edilip varsa yoksa tedaviye odaklanılmıştır. Sağlık sek­törü, ezici düzeyde özelleş­tirilmiş, devletin kamusal yükümü dışlanmıştır. Çevre vahşetle kirletilmiş, tarım ve hayvancılık çökertilmiş, en temel besinlerde ve buğday­da bile dış alım (ithalat) ba­ğımlılığı bulunmaktadır: 130 ülkeden 130 tarım ürünü dış alımı yapılmakta. 450 milyar doları aşan devasa dış borç vardır. (2002’de bu ra­kam 129 milyar dolar idi!) Türkiye, sağlık hizmetlerinde, ‘Koru­yucu Sağlık Hizmet­lerine’ kesin önce­lik veren, kamucu bir sağlık sistemine hızla, oyalanmadan geri dönmek zorunda­dır. ‘Ekonomiyi kurtaralım’ derken ödediğimiz bedel çok daha büyük. Bu denli anormal gevşemeseydik salgın eğrisini daha hızlı ve kısa sürede kapatma şansımız olabilirdi, bu şansı yitirdik. 2’nci dalga için ciddi endişemiz var; yaz geldi, halk, ‘salgını hal­lettik’ psikolojisine sokuldu. Bunlar maalesef 2’nci dalgayı uyarabilecek risk etmenleri.”

Atatürk’ün sağlık politikasına dönelim


Kardiyoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gülümser Heper de “Sağ­lıkta Sosyalizasyon Nasıl Başarılır?” sorusuna yanıt aramış. Türk sağlık sisteminin yapılandırılmasını şu cümlelerle anlatmış: “Sağlık sistemimizin cumhuriyetimizin ilk dönemi yapılandırılması, Osmanlı döneminin sosyolojik ve siyasi yıkıntıları üzerine olmuştur. Savaşlar, yıkımlar, açlık, salgınlar görmüş bir milletin gerçek ihtiyacı üzerinden, yani merkezine insan konularak program­lanan bu yapı 1965 sonrası liberal politikaların etkisiyle kesintiye uğramış­tır. 2002’den itibaren başta OECD ve Dünya Bankası’nın elimize tutuşturduğu bir prog­ramla adeta kapitalist, globa­list, neo-liberalist bir saldırıya uğramış, programın merke­zinden insan çıkarılarak yerine kazanç konulmuş­tur. Mevcut model ile yukarı çıkamayacağı mutlaktır.

Prof. Dr. Gülümser Heper


Sunulan sağlık ve harcanan para ölçülen sağlığın karşılığı olmamıştır. Sorun bundan sonraki irade ve bu idareyi diretecek yani sağlığın sosyalizasyonunu dire­tecek dokudur. Derhal toplumun gerçek sağlık ihtiyaçları ve açığı üzerinden yapılandırılan milli bir sağlık sistemine ihtiyaç vardır. Özgün olmak, Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı cumhuriyetimizin sağlık progra­mının karakterinde vardır. Sağ­lık, zengine nasıl hizmet ettiğiniz değil, fakiri nasıl koruduğunuz sorusuna cevaptır.

İnsan yok kâr var... Yarın yok, bugün var!


“Kimler, pandeminin kapitalizmle ilişkisini kurdu acaba?”

Soru işte tam da bu!

Prof. Dr. İzzettin Önder


Prof. Dr. İzzettin Önder, salgın sonrası sorularla halkı aydınlatmış:

“Kimler, aşırı nüfus artışı karşısında olağanüstü ada­letsiz gelir dağılı­mını kafasından geçirebildi acaba? Kimler, insanların zorunlu ya da zevk ile diğer canlıların yaşam alanlarını talan ettiğini nefretle gördü ve önlenmesi gerektiğini düşündü acaba? Kimler, hangi ülkenin yüzde kaç kalkındığını düşünürken, neden acaba doğanın nasıl kurtulacağına kafa yormadı ki... Hangi makro ekonomi hocası da durmadan büyü­me oranından bahsederken neden gelir dağılımında nerelere savrulduğumuzdan gereği kadar dem vurmadı ki... Mikro ekonomi hocası da anlı şanlı formüllerle kafa­yı karıştırırken neden bireysel rasyonelliğin ne demek ol­duğunu bir an olsun felsefesi boyutuyla irdelemeye gerek görmedi ki... İşletme ho­cası ise bilim sandığı alanda sörf yaparak kârın yükseltilmesi karşısında ücret­lerin baskılan­masından neden dem vurmayı bir an olsun düşünmedi ki... Sağlık alanın­da yetkili kurullar ve fakülte kurulları neden önleyici sağlık hizmetleri ile tedavi edici sağlık hizmetleri arasında, bugünkü sıkışıklığı önleyebilecek makul denge oluşturmayı bir an olsun akıl­larından geçirmedi ki!..

Yeter! İşte kapitalizm budur; insan yoktur, kâr vardır; yarın yoktur, bu­gün vardır; toplum yok­tur, sermaye vardır (That­cher buna aldatmaca olarak ‘birey’ dedi) vs...”

KİTABIN SONUCU: Bir ülke üzerinde siyasi denetim kurmanın en kesin ve en kestirme yolu, o ülkenin ekonomisi, maliyesi üzerinde denetim kurmaktan geçer. Türkiye’nin başına gelen de budur. Bundan kurtulmanın yolu ise Cumhuriyet Devrimi’nin kuruluş felsefesine, kurucu ilkelerine dönmekten geçmektedir.

Atatürk’ün de dediği gibi, iktisatsız istiklal mümkün değildir.